25 Eylül 2012 Salı

Eğlenceli Bir Pazar...

Pazar günlerinin sadece tatil günü olmasından daha fazlasına ihtiyacım var.
Mesela evli olabiliriz seninle, işte o zaman her şey çok farklı olurdu.
Sabah gözümü açarım, yanımda uyuyor olursun.
Tamamen dönerim sana doğru, sırasıyla göz gezdiririm sonra...
Önce gözlerin, burnun, dudakların ve boynun...
Sonra yine dudaklarına odaklanırım, bi' gülümseme beliriverir yüzümde...
Seni uyandırmamak için usulca kalkarım yataktan, pazar günü kim erken uyanmak ister ki?
Direk mutfağa gidip, güzel bi' omlet hazırlarım hemen, tam senin istediğin gibi.
Birde taze sıkılmış portakal suyu, sevdiğini biliyorum...
Yatakta beni göremediğinde evham yaptığını biliyorum,
Yanıma gelmen uzun sürmez, o yüzden hızlı olmalıyım.
Portakalları sıkmak için makineyi açtığımdan etraftaki sesleri işitemem.
Ve sende bunu fırsat bilir birden arkamda belirip, sarılırsın aniden.
Günaydın öpücüğüyle güne başlamak gibisi var mı?
"Elini yüzünü yıka, hemen gel hayatım her şey hazır." deyip öperim sonra seni.
Ardından seninle güzel bi' kahvaltı.
Elinden yemeği seviyorum, tıpkı senin sevdiğin gibi.

Hem biraz şımarsak ne olur ki.
Bugünü tamamen evde geçireceğimize göre, eğlence yaratmalı biraz.
Fotoğraf makinesini çıkar hadi gizlendiği yerden, seni çekmeyi seviyorum.
Sen kaçarsın bende evin dört bi' tarafını dolaşırım peşinden, her anını yakalamak için.
Bana gülümsemeyi seviyorsun da, fotoğraflarda seni gülerken yakalamak zor.
Seni kızdırmaya çalışırken çekip alıyorsun elimden makinayı.
Bende müzik açıyorum hemen, elimede saç fırçamı alıp yatağın üzerine fırlıyorum.
Sesim çok iyi değil ama, amaçta o değil mi zaten?
Çek bütün şapşal hallerimi, baktıkça güleriz.
Yeterince çektikten sonra atlarım kucağına hemen,
Öpeceğim de; "Hayatım sanki sakalların mı çıkmış biraz, batıyorlar."
Tüm gün seni öpmememe dayanamayacağın için traş olmaya gideceksin, biliyorum.
Tabi bende hemen peşinden, köpüğü sürmeni sinsice bekliyor olacağım.
Ve evet, köpüğü yaydıktan sonra hemen devreye girip bi' parça alırım.
Önce burnuna, kazayla da saçına başına gelebilir garantisi yok.
Amacımı anlayıp, traşı bırakarak benimle ilgilendiğinde emelime ulaşmış olacağım.
"Bunu sen istedin, gel buraya!" deyip, hızla çekersin beni kendine ve öpersin.
Köpükler ağızımın kenarına bulaşınca, önce bi' kızarım, sonra gülmeye başlarız...



"Devam et hadi hayatım, izliyorum seni." der traş olmanı beklerim.
Jileti her kaydırdığında gözlerime bakıp gülümsersin,
Bende her gülümsemene bir öpücük yollarım.
İşini bitirdiktan sonra, tabi ki losyonunu ben süreceğim ve yanan yerleri tek tek öpeceğim.
Kucağına alıp "İstikamet, salon marş marş." diyerek kanepeye otururuz.
"Sevgilim sen güzel bir film seç, bende mısırları patlatayım." deyip mutfağa koşarım hemen.
Film konusunda ne kadar karasız olduğunu bildiğimden acele etmeme gerek yok.
Mısırları patlattım ve birazda cipsle salona geri döndüğümde,
Sen muhtemelen filmlerle cebelleşiyor olacaksın.
"Hayatım karar veremedim, şumu olsun yoksa bumu?"
Kapak resimlerine göre karar verdiğimden "Sağdakini koy hayatım." derim hiç düşünmeden.
Film biraz romantik kokabilir ama eğlenceli.
Göğsüne yatarak izlediğim için arada bir uyuyup uyumadığımı kontrol edersin.
Özel bi' yeteneğim var karanlıkta ağzının yolunu hiç şaşırmam mesela.
Önce sana, sonra kendi ağzıma bi' mısır atıp, izlemeye devam ederim.
Film bitince, hakkında kısa yorumlaşır, yatağımıza gitmek için toplanırız.
Ben etrafı toplarken, sende peşimde dolaşırsın,
"Hadi ama, bırak oda kalsın gel hadi." diyerek.
İşimi bitirdikten sonra çekeleyerek götürürsün beni yatağa.
Filmden çektiğin kopyalarla biraz romantikleşirsin, bende hiç bozmam seni...
Sanki yüzümü unutmamak ister gibi dokunursun her bi' noktasına.
Bende sanki uzun süredir hasretmişim gibi çekerim kokunu içime ve öylece uyuya kalırız...

Şimdi söyle, benle hayat bu kadar eğlenceliyken,
Biz birlikte bu kadar muhteşemken, hala neden ayrı uyuyoruz?


Devamını Oku

18 Eylül 2012 Salı

Saat 12:00

Soğuktu, mevsimlerden sanırım sonbahar, günlerdense salı yada perşembe...
Ayın kaçı? İşte onu pek anımsayamıyorum.
Ama hatırladığım, gözlerimin önünden akan hızlı bir cisim,
Ellerim, sanki göğsümde duran o koca yumruğu gizlemek ister gibi kavramıştı gömleğimin yakasını...
Saçlarım, o kadar değişik şekiller çiziyordu ki rüzgarın şiddetiyle,
Dağınık, ve bir o kadarda güçsüz görünüyordu...
Dudaklarım, sanki kampüste çok önemli bir projeyi aralıksız sunmuşumda, damağım kurumuş,
Tek bir cümle daha kuramayacak kadar güçsüz düşmüş gibiydi...
Gözlerim, işte onlarda günlerdir, hatta haftalardır kafeinle ayakta duruyormuş gibi,
Çökük ve baygın bakıyorlardı...
...

Olayın olduğu o güne gidelim ve en başa saralım...

Hayatımda biri var, yeni biri, ama tüm eskileri yok edecek kadar güçlü biri...
Sanki ihtiyacım olan herşey içine doğuyormuş gibi.
Canımın sıkıldığını hissedip haber bile vermeden bir film kapıp çalar kapımı.
Ya da yemek yapmaya üşendiğimde bir telefonumla pizza kapıp gelen biri...
Sabahları O'nun uyandırmasına o kadar alışmışım ki, haftalar önce çalar saati duvara fırlatıp kırdım.
Yine böyle bir günde telefonum çaldı ve alışkın olduğum gibi O'nun tarafından uyandırıldım...
"Saat tam 12:00 de her zaman ki yerde seni bekliyor olacağım ve sakın geç kalma."
Dediklerini hiç sorgulamadım ve çok iyi anlamış gibi kalktım yataktan.
Aceleyle bir fincan kahve yapıp, içtim ve kendimi dışarı attım.
Saat 11:15.
Tam kırk beş dakika sonra orada olmam gerekiyordu, O'nun yanında...
Hava hafif rüzgarlı, saçlarımı inatla dağıtmaya çalışan rüzgara meydan okur gibi,
Düzeltiyordum her defasında elimle.
Bulutlara bakılırsa da yağmur yağacak gibi, "Hay aksi şemsiye de almadım."

Saat 11:45.
Muhtemelen o gelmiştir ve bende on beş dakika sonra yanında olacağım.
Sonra birden aklıma geldi, "Bu saatte o çalışmıyor muydu?
Bu kadar önemli ne olmuş olabilirdi ki, "Neden apar topar çağırdı beni?"
Bedenimi sıcak bir sıvı kapladı, sonra birden soğudu, üşüyordum...
Evet orada, arkası dönük telaşlı bir şekilde önce saatine bakıyor, sonra etrafına...
Beni sabırsızlıkla beklediği çok açık, olduğum yerde durdum aniden.
İçimden bir ses "Gitme!" diyor, "Tek bir adım daha atma, geri dön!"
Normalde iç güdülerimi dinlememe rağmen, O ağır basıyor ve gidiyorum yanına...
Ben tam sarılacak gibi eğilirken, çekiyor kendini geri ve bir yabancı gibi yalnızca "Merhaba" diyor.
İşte o an anlıyorum, içimde esen o soğuk rüzgarı hissedebiliyordum,
Ve beynimin içinde ki o haykıran ses, onu dinlemeliydim, anlıyorum...
"Bir yerlerde oturup konuşabilir miyiz? Sana anlatmam gereken şeyler var."  diyor.
Saat, durdu hatta zaman kavramı yok oldu benim için, etrafımızda dolanan herkes donuk sanki.
Hareket etmiyorlar, konuşmuyorlar...
Kulaklarıma gelen tek şeyse O'nun sesinin uğultuyla karışmış hali...
Bu yüzden dediklerini hatırlamıyorum bile, yalnızca şu dönüyor plak gibi, tekrar ve tekrar...
"Ben artık bunu yapabileceğimi sanmıyorum."
Neyi yapıyordu ki, ve artık neyi yapamayacağını anladı?
Kendimi birden çok sıkıcı bir filmdeymişim gibi hissettim,
Gelişme bölümünü hemen atlayıp sona sarıyordum, sonuma...
...

İşte tamda buradan başlamıştık dimi?
Gözümün önünde ki o cisim, henüz hızını kesmeyip ilerleyen bir tren...
Haftalardır yaşadığım o mutluluk, vedalaştığım O kişi...
Yaşanılanlar gözlerimin önünden hızla geçiyordu tren gibi...

Bana söyledikleri gerçek olabilir miydi?

Dediğine göre O'na senin adınla sesleniyor muşum.
Bir sevgiliye bakar gibi bakıyor, O'na garip gelen hareketlerde bulunuyormuşum.
Bir müddet şaka yapıyorum sanmış.
Sonra bana saatten bahsetti. Senin bende bırakıp gittiğin,
Ne yapacağımı bilemeyip O'na hediye ettiğim.

Neden kordonuna bizim adımızı yazdırdığını söylememiştin ki?

İnkar ettiğimde saati elime tutuşturup gösterdi. Sesi ve elleri titriyordu.
Bir doktora görünmemi tavsiye etti. Randevu bile almış...

Şimdi aklıma şu soru takıldı:

O'nun adı, senin adın değilse, O'nun adı ne?
Devamını Oku

8 Eylül 2012 Cumartesi

'Hikayenin' Fragmanı..

Yapılamayacak hatalar var hayatta,
Yapmaman gereken hatalar...
Yaparsan mutlu olma olasılığının oldukça düşeceği,
Ve hayatının büyük bir bölümünü kaplayan "pişmanlıkların" olacağı hatalar...
Herkesin ortak 'hatasına' değinmek gerekirse ve bunu tek bir sözcükle açıklamam gerekirse,
Masum görünümlü düşmanları söyleyebilirim, hemde hiç tereddüt etmeden...
"Merhabalar..."
Yargılamıyorum, bu sözü duymayı sen istememiş olabilirsin,
Hatta beklemiyor da olabilirsin...
Ama olur işte, bazen sen dersin bir yabancıya,
Bazen de, bir yabancı söyler sana, o pişmanlık kokan veya kokacak olan o cümleyi...
Sana vereceği zararı en ince ayrıntısına kadar kurgulamış gibi bilinç altında,

Bir gece yarısı gelir ve "Merhaba..." der, evet sadece bu kadar...
İşte bu sözcük sonrası gelen peşi sıra olaylar, hayatını bir anda değiştiriverir...
Başta vücuttaki etkisi, olumludur hatta mutluluk bile salgılayabilir...
Yüzde oluşan anlamsız gülümsemeler,
Mutlu geçirilen geceler ve tabi mutlu uyanmana sebep olurlar...
Tıpkı kötü bir filmin, itina ile hazırlanan ve etkileyici gibi gösterilen fragmanı gibi...
Bir filmi izlerken de önce fragmanına bakmaz mıyız zaten,
O ufacık geçen "açıklama" kısmıyla kimse ilgilenmez...
Bu yüzden de kötü bir filme giriş yaparız, ama verilen paraya ve emeğe yazık olmasın diye de,
Sonuna kadar izlemeye zorlarız kendimizi...
Belki dersin, belki sonu güzel biter de, geldiği gibi gider hayatından...
Ama olmaz! Olmuyor...
Bir film kötü başlıyorsa eğer, kaçışı yok! Mutlaka kötü bitiyor...
Hal böyle olunca da film izlemeye küsüyoruz bir süre,
Gerçekten izlenmeye değer filmleri itiyoruz elimizin tersiyle...
Buraya nasıl geldik bilmiyorum ama,
Bildiğim tek şey; Fragmanına aldanıp film seçmeyin,
Seçmeyin ki; Bir tane kötü film izlediniz diye, diğer tüm filmlere küsmeyin...
Devamını Oku

4 Eylül 2012 Salı

O, Uyurken..





Yanımda uzanıyor öylece,
Göz bebekleri hareket ediyor; hafif hafif, bir sağa bir sola..
Sanki beni arıyor etrafında..
Nefes alışı o kadar sessiz ki; tıpkı bebekler gibi uyuyor..
Bazen kulağımı yaklaştırıyorum burnuna,
Dinliyorum nefes alış verişini..
Tam o anda göğüs kafesi geriliyor, bir yukarı bir aşağı,
Kokumun hepsini içine çekmek ister gibi sanki,
Tüm gücüyle nefes alıp veriyor..
Ya dudakları; o kadar güzel duruyorlar ki, öpmemek imkansız gibi.
Arada bir kıpırdıyor, mırıldanıyor ufak ufak,
Sanırım rüyasında beni görüyor..
Sessizce yanağına yaklaşıp öpmek istiyorum ama,

Bu defa da saçlarım düşüyor yüzüne ve irkiliyor..
"Boynu" işte bir insanın koku merkezi orasıdır.
Boynundan öpmem hoşuna gider hep..
Uyurken ellerini gezdirir birde,
Gözleri kapalı, yoklar elleri etrafı, orada olacağımdan eminmiş gibi..
Yakaladığında ise refleks olarak sıkıca  kendine çekip sarılır,
Gizlice bir şeyler yaptığımda bu beni korkutsa da,
Hep severim O'na verdiğim bu güven duygusunu..
İşte çoğu gece uyanıp, O'nu izlerim öyle sessiz sessiz..
Beni izlerken yakaladığın da ise; "Uykum kaçmıştı hayatım, dalmışım öyle" yalanını söylerim hep..
O'nu uyandırmayışımın nedeni,
Bir daha O'nu asla böyle görememekten korkmak mı?
Yoksa bu anı bozmamak için mi, bilemiyorum..
Bildiğim tek şey ise; bu senaryoyu hiç bıkmadan her gece tekrar tekrar oynayabileceğim..


Devamını Oku