21 Ocak 2013 Pazartesi

"Özledim işte..."

Bazen sadece yazarsın. Ne aşkı, ne acıyı, ne de ayrılığı. Boş konuşmaların gibi, boş boş yazarsın, hiç bir anlam yüklemeden. Koca koca heybetli kasalar gibi şimdi kurduğum tüm cümleler, ilk bakışta hepsi anlamlı, derin ama biraz yanaşınca, düşününce etraflı, tüm o kasaların boş olduğunu görüyorsun bir bir. Ya müzikler, notalar, o eşsiz melodiler... Ruhuna iyi mi geliyor, yoksa yalnızlığını sana daha mı çok hatırlatıyor bilemezsin ama yine de, o notalara sığınırsın. Bir kaç saniyeliğine buradan, tam da şuan ki bulunduğun noktadan ayrılmak, kopmak için. Ne kadar yüksek ses verirsen, o kadar işler sanki içine, tıpkı bi spatula gibi, kazır içini oyuklar açar, anlamazsın. Gerçeklerin ne kadar canını yaktığı anladığından mı bilinmez, hayaller daha bi yakın gelir sana, en azından hala sıcaklar. En azından gözlerini sıkıca yumduğunda hala oradalar... Birini hayal etmek, şöyle etraflıca, gülüşünü, göz kırpışında ki kirpiklerinin dans edişini, yanaklarının yumuşaklığını, sana kusursuz gelen o yüzünün her bir mimiğini...

 Dokunmak, yaklaşmak değil, yalnızca izlemektir amacın. Çünkü bilirsin, elini uzatsan bozulacak o büyü, o kusursuz hayal gerçeğin karanlığında kaybolacak. Gülümsersin, her sanisenin tadını çıkarmak istersin ama zaman dolar, o yüz kaybolmaya başlar. Kalsın istersin, gitmesin. Daha bir şiddetli yumarsın gözlerini ama olmaz. Gözlerin açılır, bir damla yaş süzülür yanağına doğru, gözlerin acımaya başlamıştır ama sen umursamazsın. Çünkü hala tek önemsediğin; o hayalin bir kaç saniye daha seninle olmasıdır. Oksijen yerine karbondioksit çekersin sanki ciğerlerine, böyle acı acı. Ellerin soğuk, gözlerin hala bir noktaya dalmış haldedir, daha hızlı kırparsın gözlerini. Kulaklarının uğultusu geçince dinlediğin müzik netleşir kulaklarında. Tüm o melodiler, sözler kulağından kalbine düşer bir bir.

Bağırmak geçer içinden, haykırabilsen ağız dolusu, geçeceğini bilirsin ama sen dişlerini sıkarak susmayı seçersin. Kendini boş sokaklara vurmak istersin soğuk gecelerde, hiç kimseyi görmezsin onlar da seni görmesin istersin. Derin derin nefesler alarak dışarı bırakırsın nefesini. Soğuk havanın yarattığı nefesinde ki o buhar kütlesi, havaya karışır ve kaybolur. Göz yaşların gözlerinden dökülmeden kurur kalır. Burnun her kokuyu daha bir keskin algılar. Dudakların soğuğun etkisiyle uyuşur, konuşmakta güçlük çekersin. Gerçeğin acı tokatını yiyip eve döndüğünde tüm bunların sebebinin aslında ne olduğunu bilirsin. Kimseye, hatta O'na bile söyleyemediğin tek bir cümle. Sesin, dışarıdan duyulmayacak kadar kısılır ve mırıldanırsın;
"Özledim be, Özledim işte."
Devamını Oku

5 Ocak 2013 Cumartesi

İnsanlar neden gider?

İnsanlar neden gider?
Ya da başka bir şekilde sorayım.
Gelirken bile gideceğini kurarken kafasında, neden birinin hayatına girerler?
Peki ya biz, bir gün gideceklerini bildiğimiz halde, neden alırız onları hayatımıza?
Yok bu soruların cevapları ya da mantıklı değil bilinen cevapların hiç biri.
Hayatta bazı sorular var işte bunlar gibi, cevapları yaratılmamış.
Belki de unutulmuş, es geçilmiş.
Hiç bir cevap oturmaz üzerlerine; kimisi az gelir, kimisi de fazla.

Bazen de öyle cevaplar yakalarsın ki hayatta,
O cevaba uygun bir soru gelmez aklına.
Cevapsız sorular mı daha iyi, yoksa sorulmayı unutulan soruların cevapları mı?
Kafanız karıştı dimi? Benimde.
Hikayenin birde şu boyutu var ki; insanlar hep yalan söyler.
Mesela, gitmeyeceğim derler, yalan.
İyiyim derler, yalan.
Seviyorum da derler, o da yalan.
Sanırım O insanlar ayna karşısında çalışıyorlar derslerini.
Suç bizde değil ki, çok iyi yalan söylüyor şerefsizler.
Ne yapalım biliyor musunuz?
Gelin şöyle savaşsız, yalansız bir hayat kuralım.
Gitmeler olmasın hiç, herkes herkesi sevsin.
Biri ağladığında ağlayalım hepimiz.
Ya da birinin kahkahasını paylaşıp inletelim etrafı.
Acının, yaraların, gitmelerin, gelmelerin olmadığı bir evren?
İnandınız dimi? İnanmayın.
Ben de yalan söyledim.

Devamını Oku

2 Ocak 2013 Çarşamba

Bizim hikayemiz...

Klasik bir öğleden sonraydı, arkadaşları bekletmemek için ders notlarını alelacele toparlayıp sınıftan dışarı çıktım. Hızlı adımlarla çıkışa doğru yürüyordum ki telefonum çaldı, bir elimle dağılmak üzere olan ders notlarını düzene sokmaya çalışırken, diğer elimle de telefonu açıp kulağımla omzumun arasına koyarak konuşmaya çalıştım, daha doğrusu çığıran arkadaşımı dinledim. "Neredesin sen ya, hepimiz seni bekliyoruz." Cevap vermeme gerek bile kalmamıştı, kendimi dışarı attığımda orada bekliyorlardı telefonu kapayıp, "Geldim işte geldim." diyebildim. Sonra hemen;  "Nereye gidiyoruz?" dedim geç kalmışlığımın üzerini örtmek ister gibi. "Şu köşede yeni bir cafe açılmış, nezih bi' yer, çalışanları da çok yakışıklıymış ha." diyerek kıkırdadı.  "Amaan öff, sana da iyi malzeme oluyorum bu ara." diyerek omuz attım. Hava soğuktu, ee ben sigarada içmediğime göre dışarıda oturmam için bi sebep yoktu. "Hava çok soğuk, hiç dışarıda oturamam valla. Sigara içen arkadaşlar nöbetleşe dışarı çıkıversinler." diyerek içeri daldım. Şöyle cam kenarı, yağmurun cama vuruşunu net izleyebileceğim bir masa seçtim ve direkt oturdum. Üç kız, iki erkekten oluşan bi' grubumuz vardı, benim kendime yakın gördüğüm tek kişi ise Melis'ti. Sandalyemi çektim ve O'da yanıma oturdu, defterim biraz ıslanmış gibiydi ama notlar dosyada olduğu için zarar görmemişti. Defteri, içindeki notlar düşmeyecek şekilde düzenleyerek kaloriferin üzerine koydum ve ders notlarını incelemeye devam ettim. O arada garson gelmiş ve ne içeceğimizi sormuş benim hissettiğimse Melisin dirseğinin bel boşluğuma gömülmesiydi. "N'oluyor be?" der gibi baktım gözlerimi açarak. Herkes çoktan siparişini vermiş, garson çocuk ise gözlerini dikmiş bana bakıyordu. 

"Hı, kahve alayım ben bir fincan. Sade olsun lütfen." 
"Geldik şuraya bi' tat ver istersen, kaldır şu notları da iki sohbet edelim."
"Tamam tamam, son olarak şuna da bi bakay..." dememe kalmadan çekti aldı önümden hepsini. Neyse ki kahvelerimizde gelmişti. Muhabbet gittikçe iyiye gidiyordu, gülmekten hepimizin çene kasları gevşemeye başlamıştı ki. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız gibi bir sonraki derse de geç kalmıştık. Hızlı bir şekilde hesabı ödeyip kalktık. Hocadan izin alarak dersine girdik, yeni konulara çoktan giriş yapmışlardı bile. Çantama elimi attığımda dank etti,
 "Allah kahretsin, defterim." 
"N'oldu be, ne sayıklıyorsun? Ne defteri?" 
"Defter defter, ıslandı diye cafe de kaloriferin üzerine koymuştum, aceleyle kalkınca da unutmuşum."
"Hay senin aklına, kızım aşık mısın? Neyse çıkışta bakarız tamam, sakin ol."
İnşallah biri içine açıp bakmamıştır, tüm ders notlarım oradaydı tamam ama ben defteri hiç bir zaman yalnızca defter olarak kullanmam ki. İçinde özel olan küçük not kağıtlarım, aynı zamanda can sıkıntısından karaladığım yazılarla, defter ders notlarından çok sanki bi günlüktü o defter benim için. O ders bana bitmek bilmedi, çıkışta nasıl fırladıysam kendimi cafe de buldum. "Merhaba, biz biraz önce arkadaşlarla şu masa da oturmuştuk, kalorifere ıslanmış olan defterimi kuruması için koymuştum ama unutmuşum. Acaba siz gördünüz mü? Sesimden ne derece heyecanlı olduğum anlaşılıyor olmalıydı ki, adam benimle sakin bir şekilde konuşmaya çalıştı, "Sakin olun, eğer dediğiniz gibi burada unutmuşsanız buluruz. Ben bi' arkadaşlara sorayım, sizde o zamana kadar şurada oturun isterseniz?" Tamam der gibi başımı sallayıp, oturdum sandalyeye. Adam gecikmişti, bir aksilik olduğunu sezdim. İstemsizce sürekli olarak ilk saate bakıp ardından etrafıma bakıyordum ki, adamı gördüm ve direkt olarak ayağa kalktım. Kafasını iki yana sallayarak, "Maalesef hanımefendi, bulamadım." dedi. İçimden bir ses çık git diyordu moralim de düşmüştü zaten. Eve gidene kadar düşündüm, nereye gidebilirdi ki? Umarım biri bulmuştur ve bana vermek için almıştır diye geçiriyordum içimden. Aradan bir kaç gün geçti, defterimden hala bir ses yoktu. Tabi ben bu arada Melisin başının etini yiyordum. Artık bir haftayı geçmişti ve bende ümidi tamamen kesmiştim.

 Sabah uyandım, saate bakmak için yastığımın altında duran telefonumu elime aldım ve tek gözle "1 Mesaj alındı." yazısını gördüm, direkt açtım. "Şeyy merhaba, sen benim henüz kim olduğumu bilmiyorsun ama ben seni çok iyi biliyorum :) Hemen ayağa kalkıp giyinmelisin, zaman kaybetme. Bu arada günaydınn :)"  Şaka mıydı bu? Saate tekrar baktım 10:17. Koşarak yataktan kalktım, ayağımın biri yorgana takıldığı için sendeleyerek Melisin yatağına uçtum. Kız neye uğradığını şaşırdı. "Kızım manyak mısın ya? Saat kaç ne oluyor, rüyanda beni mi gördün yoksa?" diye geyik yapmaya çalıştı ama hiç sırası değildi. "Dalga geçmeyi bırak da uyan, mesaj gelmiş ne yazıyor bir baksana. Sence biri benimle oyun oynuyor olabilir mi?"
"Tamam dur dur panikleme hemen ya, ayılayım önce bi' izin var mı?"
"Öff bi' kerede geyik yapma kızım ya, dur ben giyineyim her ihtimale karşı." -Odaya koştum.-
"Bu arada ne giyeyim ben Melis yaa?"
Sanki bir anda gelişti her şey, dışarı çıktık. Melis her ihtimale karşı yanımda gelecekti ama uzakta duracaktı. Eee, kim olduğunu bilmediği biriyle buluşmaya kim yalnız gider ki? Bir mesaj daha geldi. "Okul kütüphanesine gelmeni istiyorum. Orada seni bir sürpriz bekliyor olacak. Ha bu arada, yalnız gelmelisin ;)"
Okula çağırması iyi bir şeydi, kötü bir niyeti olmadığı da açık. Okul kütüphanesinde en fazla ne yapabilirdi ki?
Mesajı birlikte okuduğumuz için, Melis; "Canım sen yalnız gitmelisin ben buralardayım ama bi'şey sezersem müdahale ederim tamam mı? Sakin olmaya çalış, hadi görüşürüz." diyerek öptü beni. Heyecandan kalbim yerinden çıkacaktı sanki. Kütüphane hep çok kalabalık olurdu ama bu defa bir elin parmağını geçmeyecek sayıda kişi vardı. Kapıdan içeri girecektim ki, kapıdaki nota takıldı gözüm; "Hoş geldin, okları takip et ve 2. aradan ilerle :)" Her geçişimde de notları çıkartıyordum yerinden. İkinci araya girdim, büyük ansiklopedilerin olduğu kısma. Serinin en kalın kitabına iliştirilmiş bir not daha, "Üzerindekiler sana çok yakışmış, her zamankinden daha güzelsin bugün...Sola dön." Bu notu da çıkartıp aldım yerinden ve yüzüm kızarmaya başlamıştı. Sola döndüm ve rafta gözle görülür bir boşluk vardı, oraya doğru ilerledim. Bir not daha... 


"Tam sevdiğin gibi cam kenarı masa ve duvar dibi, oraya oturmalısın. Sürprizin orada seni bekliyor :)" Masaya doğru ilerledim ve kırmızı bir kurdelayla sarılmış bir kutu karşıladı beni. Kurdelanın ucuna iliştirilmiş son notu da çekip aldım. "Geleceğine emindim, paketi açmak için sabırsızlandığını biliyorum. Eee hala neyi bekliyorsun :)" Ani bir refleksle arkamı döndüm, sonra yavaşça etrafıma baktım ama kimse yoktu. Sandalyeyi çekip oturdum ve paketi açtım. Kutunun kapağını kaldırdığımda, şok olmuştum. Kaç gündür yana yakıla aradığın defterim... Defterin üzerinde ki notta şöyle yazıyordu; "Güzel yazıyorsun, okuduğum için bana istediğin kadar kızabilirsin ama bende senin için bir şeyler yazdım ve okumanı istiyorum. Hem böylelikle ödeşmiş de oluruz, ha ne dersin? ;)" 

Hemen defterin sayfalarını çevirdim. Benim yazdığım her nota kendince karşılık vermişti. Kaç saatimi orada o ufak notları okuyarak geçirdiğimi hatırlamıyorum bile. Tam bittiğini sandığımda en uzunu beni bekliyordu. "Pek konuşabilen biri değilim, utangaç olmam biraz dezavantaj ama aradaki farkı yazarak gidermek istedim, umarım işe yaramıştır ;) Seni uzun süredir izliyorum ama karşına çıktığımda sanki yüzüme bakmıyormuşsun gibi hissettiğim için yanından geçip gidiyorum, ee haliyle aramızda hiç konuşma gerçekleşemedi. Bana o kadar büyük çılgınlıklar yaptırdın ki, mesela? desen, cevabım hiç düşünmeden şu olurdu; Müşteri olarak gittiğim cafe de, sırf seninle iletişime geçebilmek için, patronla konuşarak sizin masaya bakmak için garsonluk bile yaptım :) Uzatmak yersiz, eğer bu yazıyı bitirdiğinde beni görmek istersen hikayenin kalanını sana ben anlatmak isterim. Eğer istemezsen sessizce kalkıp gidersin ve bu olanlar hiç yaşanmamış sayabiliriz ama tabi ben ilk şıkkı seçmeni isterdim :) Sanırım yazı bitti, gelmek istersen seni romanların olduğu bölümde bekliyor olacağım :)" 

Kalbim durmuş muydu yoksa hızlı atmaktan uyuşmuş muydu pek anlamadım. Terliyordum sanki durduğum yerde, kalkıp hiç bi'şey olmamış gibi gitsem? Ama merak ediyorum ve yanına gitmekte çok istiyorum, kimdi acaba? Bunları anca yanına giderek öğrenebilirdim, eğer gitmezsem bir daha karşıma da çıkmaz, meraktan da çatlardım. En iyisi derin bir nefes alarak sakinleşmekti. Ayağa kalktım ve ufak adımlarla romanların olduğu bölüme doğru ilerledim. Görünürde kimse yoktu, biraz daha yaklaştım ve arkası dönük orada öylece duruyordu. Yanına yaklaştım ve işaret parmağımla omuzuna iki kez dokundum. Yavaş bir şekilde arkasını döndü ve gülümsedi. Bense heyecandan durmak üzere olan kalbimi susturarak, avucumu açtım ve ellerime bakmasını sağladım. Önce kağıda, sonra gözlerime baktı. Not kağıdını ellerimden yavaşça çekip aldı ve tekrar gözlerime baktı, gülümsedim. Konuşmamıza gerek yoktu, O elimi tuttu ve yüzüme baktı bense heyecanımı saklamak istercesine yalnızca kafamı yavaş bir şekilde yukarı aşağı sallamıştım.

Bazı hikayeleri yalnızca yazarlar yazar ve sonunu istedikleri gibi şekillendirirler. Şimdiye kadar bende aynını yaptım ama bu yazıda yazar yalnızca ben olmak istemiyorum. Bu yazıyı birlikte yazalım istiyorum. Nasıl mı? Ben hayal gücümle üzerime düşen kadarını yazdım, sıra sende! Sende al hayal gücünü, istediğin gibi bir son hayal et hikayeye. Yalnız küçük bir isteğim olacak, hikayemiz mutlu sonla bitsin olur mu? ;)

Devamını Oku