21 Şubat 2013 Perşembe

"Nasılsın?"

Ceketini alıp çıkarsın bazen,
Evdeki oksijen yetmezmiş gibi ciğerlerine, dışarıya atarsın kendini.
Kapıdan çıktığın anda derin bir nefes alırsın,
Biraz için de tutup derin derin salarsın dışarı.
Sonra bunu bir kaç kez daha tekrarlarsın.
Burnun temiz havadan yanar ya hani, hemen ardından gözlerin yaşarır,
Etrafı bir kaç saniyelik puslu görürsün.
Gözlerini sıkıca yumup açarsın sonra, dağılsın diye gözlerinde ki yaşlar.
Birde mutlaka, fazla dinlemekten kusmak üzere olduğun bir şarkı olur o anlarında.
Basarsın play tuşuna, verirsin son sesi.
Adımların büyük büyüktür.
Ardına bakmazsın, nereye gittiğini bilmezsin.
Tek bildiğin, "buradan hemen uzaklaşma" dürtüsüdür.
Kararmaya başlamıştır hava, rüzgar saçlarını karıştırır.
Birde; kulağından, burnundan, ağzından hatta,
Gözlerinden bile içeriye girmeye çalışır sanki...
Ellerin ceplerinde atarken büyük adımlarını, üşüme duygun kayboluverir.
Bedenin soğuktan uyuşur, o an biri seni kesse canın yanmaz gibi hissedersin.
Çıkartırsın ellerini ceplerinden, koşmaya başlarsın.
Bacakların uyuşur, etlerin artık soğuktan acımaya başlar, durursun.
Biraz eğilip, ellerinle dizlerini kavrarsın.
Başını aşağı bırakıp, nefesini toplamaya çalışırsın.
Göğüs kafesin gözle görülür şekilde yukarı aşağı inip, çıkar.
Diz kapakların tutamaz bacaklarını bir arada, titremeye başlar.
Sanki bir sert rüzgar esse, çöküp kalacakmışsın hissi oturur içine.
Düşmek istemezsin, doğrulup koşarsın tekrar.
Yeterince uzaklaştığını anladığında,
Oturabileceğin, kimsenin olmadığı bir bank seçersin.
Manzarası mühim değil,
Çünkü zaten o anda etrafta gelişen hiç bir şeyi algılayamazsın.
Yumruklarını sıkarsın, ha birde dişlerini.
Ani bir titreme beliriverir vücudunda, kendini kasığın içindir bu, soğuktan değil.
Bir yandan da kulaklarında şarkı dönmeye devam eder.
Dım dım dırı dırı dım dırımm...
Kaparsın gözlerini sonra, göz kapaklarının altındaki göz bebeğin öyle oynar ki,
Duramaz açarsın, sonra tekrar sımsıkı kapar, yine açarsın.
Kimsenin olmayışı cesaret verir ses tellerine.
Başta mırıldanarak duyulan sesin, yükselir.
İnsanlar neden mutluymuş gibi rol yapar?
Acılar; neden her duyulduğunda, içi oyulurcasına yargılanır?
Neden sevgisiz yaşar insanlar mesela?
Neden sevmeyiz bir birimizi?
Neden kolay bunca şey varken, zor olanı seçip uçurumdan atlarız?
Bu soruların cevabını bulabilirsen, bana da söyle.
Birde insanlar birilerinin derdine çare olmak için soru sormazlar.
"Nasılsın?" Sorusuna, "Kötüyüm." diyene rastladınız mı hiç?
Ben rastlamadım.
Bu tarz soruların ezberletilmiş cevapları olur.
Mesela;
+ "Nasılsın?" -"İyiyim."
+ "Günün nasıl geçti?" - "İyi." gibi.
İyi değil belki, çok kötü geçti.
Kötü dese biliyor bi' şey yapmayacak ya da yapamayacak.
O yüzden "İyi" deyip çıkıyor işin içinden.
Çünkü yanındaymış gibi yapan insanlardan sıkılmış.
Çünkü, o an yalnız kalmak, kafasını dinlemek ve konuşmayı daha fazla uzatmamak istemiş.
İşte tam da buraya gelecektik.
Bazı insanlar soru-cevap oynamayı seviyor yalnızca.
Senin nasıl olduğun aslında O'nun umurunda değil.
Hayır deme.
Çünkü eğer gerçekten seni önemsiyor olsaydı,
Senin duruşundan, bakışından, konuşmandan, durgunluğundan,
Yalancı tebessümlerinden,
Hatta laf arasında söylenmiş "İyiyim." lafından anlardı kötü olduğunu.
Çünkü sevseydi, seni senden daha iyi tanırdı.
Ama O, yalnızca "ilgileniyormuş gibi" yapıyor.
İşte sen, artık bunları kolayca anlayabildiğinden, umursamazsın.
Bağırıp, koşmaların epey yorduğundan eve dönmek için bir otobüse atlarsın belki.
En arka, sol köşe ideal.
Hafif kayarsın koltuktan, dizini önünde duran demire yaslarsın.
Kafanı cama koyup yumarsın gözlerini.
Bu arada şarkı hala kulaklarında dönmektedir.
Durağa geldiğinde inersin ve eve doğru ilerlersin.
Tam kapının önüne geldiğinde, üzerine çeki düzen verip, saçlarını ellerinle düzeltirsin.
Ha bir de gözlerinin altını parmak uçlarınla sildirirsin.
Anahtarı döndürüp, kapıyı açarsın.
İçeri girdiğinde evde ki herkes kendi halindedir.
Belki yokluğunu bile geldiğinde anlarlar.
"Haa sen mi geldin?" diye bi soru yükselir.
Cevap verecek halde değilsindir, gülümsemeye çalışarak kafanı sallarsın..
Hemen ardından bir soru daha.
"İyi misin?"
Ağzına gelir cümleler ama hiç biri kulağa mantıklı gelmeyeceğinden,
Gelse bile uzun uzadıya cevaplar veremeyeceğinden, yutkunursun.
Ve herkese ezberletilmiş klasik cevabı söyler dudakların; "İyiyim."
Devamını Oku

9 Şubat 2013 Cumartesi

Mum Kokusu...

Mumun, söndükten sonra yayılan o kokusunu seveniniz var mı?
Saçma gelebilir ama ben seviyorum.
Mumla ne yaptığımı merak edecek olursanız,
Yalnızca hoşuma gidiyor.
Mum ışığında yalnızca yemek yenilmez ki, dimi?
Mesela; mum ışığında çok güzel hayaller kurulabilir.
Sonraa, yine mum ışığında çok keyifli kitap okunabilir.
Birde yalnızca izlemek için yakılabilir mumlar.
Çekmeceni açar ve bir mum çıkarırsın yerinden.
Yavaş adımlarla yürür ve ışığın düğmesini ufak bir dokunuşla kapar,
Ezberlediğin yoldan geri dönersin.
Ben mesela yatağımda vakit geçirmeyi sevdiğimden, yatağa uzanırım öylece.
Özenle mumu yerleştirir, çakmağı çakarım.
İlk seferde çakmağı yakabilenlerden olamadım hiç.
O yüzden ikinciye tekrar çakarım ve yanar çakmağım.
Etraf aydınlanır önce,
Çakmağımın izin verdiği kadar görebilirim etraftaki ezberlediğim her objeyi.
Parmağım hafiften yanmaya başladığında, hatırlarım mumu yakmam gerektiğini,
Muma doğru yaklaştırırım ateşi usulca ve mum yanar.
Karanlık bir tünelde ki, ufacık ışığım gibi mumlar.
Beni aydınlatıyor, belki bir adım önümü de ama ilerisini değil.
Ürkek biraz da, üşümek istemiyor.
Kendini tehlikede hissettiği an, mahrum bırakıyor beni ışığından, sönüveriyor.


O yüzden kapı ve camların kapalı olduğundan emin olduğumda,
Misafir ediyorum mumu.
Bir çok insandan daha iyi dinleyebiliyor beni, anlatıyorum.

Konuşuyorum, dinliyor.
Beni, yalnızca dinliyor.
Hayallerimi kucaklıyoruz birlikte,
Yeni keşfettiğim bir müziği dinliyoruz belki.
Ya da kağıt ve kalemi de alıp aramıza, okey oynuyoruz.
Zamanı almadığımız için aramıza, sinirleniyor.
Akıp gidiyor yanımızdan.
Ama giderken mumu da götürüyor.
Gözlerimin önünde eriyor, arta kalan parçaları üst üste yığılıyor.
"Dur!" demek istiyorum, "Daha konuşacağımız çok şey vardı, gitme..."
Kalamam der gibi dalgalanıyor ateşi, damla damla eriyor.
Sanki ağlar gibi, dayanamıyorum.
Bir nefesimle kaybolacağını biliyorum ama yapamıyorum.
Gözlerime bakıyor, eriyor.
Yarım kalan hayallerimi döküyorum önüme, kapıyorum gözlerimi.
Derin bir nefes alıyorum sonra; "püfff".
Açtığımda her yer karanlık.
Bir koku var, tarif edilemez.
Ciğerlerimin neredeyse bağımlı olduğu bir koku.
Dolduruyorum içime o kokuyu.
Aslında o, yalnızca mumun kokusu değildi, biliyorum.
Hayallerimle birlikte yanan mumun kokusuydu.
Dudaklarım gülümsüyor çaktırmadan.
Zamanın duymasından korkarcasına eğiliyorum bitmiş muma doğru.
Kulağına fısıldar gibi sessiz sessiz konuşuyorum;
"Bir sonraki gece görüşmek üzere..."

Devamını Oku