27 Ekim 2012 Cumartesi

Siyah-Beyaz

Bazen yalnız kalmak ister insan,
Bazense yakaladığı ilk kalabalığın arasına karışıp, orada kaybolmak.
Tabi benim gibi yalnız kalmaktan korkanlar için ikinci seçenek daha çekilir gibi.
Bugün yalnızlığım içime sığmıyordu sanki, her zamankinden daha da yalnızdım.
Odama kapanıp yüksek sesle dinlediğim müzikler bile yok etmiyordu bu duyguyu.
Dışarı çıkıp bir iki insan yüzü göreyim istedim ve kalabalığa bıraktım kendimi...
Kalabalığın ve aynı zamanda tüm yalnızların ortak mekanı, istiklale götürdü ayaklarım beni.
Sıradan insanlar gibi davranmaya çalıştım bir süre,
Telefonumu kurcaladım, hızlı adımlar attım sanki bir yere yetişiyormuş gibi.
Ha birde sürekli saatime baktım, yakamı paçamı düzenledim evden aceleyle çıkmış gibi.
Yorulduğumu fark ettiğim an duraksadım olduğum yerde,
İnsanlar o kadar kör, o kadar umursamaz olmuşlardı ki;
Yanı başından geçen beni, fark etmiyorlardı bile.
Sürekli değişik sesler uçuşuyordu havada.
Herkesin keyfi yerindeymiş gibi, mutluymuş, normalmiş gibiydiler.

"Bugün giyecek bi' şey bulamadım canım yaa, bunları giydim bende nasıl olmuş?"
"Off ince giyindim ama yağmur yağmaz inşallah, üşütmeyeyim bu havada."
"Anne şurada duran amcaya bak, çok komik dimi?"

Bunlar etraftan yakaladığım bir kaç cümleydi sadece.
Şuan yere uzansam ve ölüyor gibi yapsam, sanki hiç biri dönüp arkasını bakmayacak gibiydi.
Sonra biranda etraftaki tüm sesler uğultuya dönüştü,
Yalnızca kalp atışlarımı duyabiliyordum, hızlı ve öfkeli atıyordu, birde yorgun...
Geçip bir banka oturdum, sanırım birazda üşümüşüm.


Bir insanın bedeni üşüyünce çare çokta, içi üşüyorsa çaresi tek oluyor işte.
Malum kalbi üşüten tek şey, "Sevgisizlik..."
Neyse etrafta hızla geçen, hatta koşuşturan insanlara baktım bir süre...
Gözlerim yorulunca, yerde gelişi güzel atılmış sigara izmaritlerini gördüm.
Bir tanesinde kırmızı bir ruj izi vardı, bunu muhtemelen güzel bir kadın içmişti.
Bir diğeri ise fazlaca buruşturulmuş ve dibine kadar içilmişti,
Bunu da muhtemelen bir adam içmişti,
Ve sanırım oda benim gibi yalnızdı ki, sigarasını ziyan etmek istemedi.
Sonra bankta özenerek yazılmış isimler ve yazılar dikkatimi çekti.

Bir tanesi; "07.05.2008 Seni çok seviyorum. Melis-Hakan"

Üzerinden epey geçmiş, istemeden de olsa düşündüm onları..
Acaba şuan hala birlikteler midir? Sanmam, bence çoktan ayrılmışlardır.
Yada belki evlenmişlerdir şimdi, çok mutlulardır, hatta çocukları bile olmuştur.
Arada gelip banktaki isimlerine bakıyorlardır.
Olamaz mı?
Yağmur çiselemeye başladı, hafif hafif okşuyor yanaklarımı.
Kafamı gökyüzüne kaldırıp, yumdum gözlerimi...
Damlalar yüzümün farklı noktalarına geliyordu,
Her gözüme isabet ettiğinde de göz kapaklarım irkilip daha da yumuluyordu.
Düşündüm sonra, zihnimde değişik kurgular dönmeye başladı.
Yağmur sanki temizlemeye çalışıyordu insanları, uyandırmaya çalışıyordu bu kabustan,
Hatta bazı damlalar, haddini aşarak yüzlerine tükürüyordu insanların.
Bi' şeyleri değiştiremeyeceğini anlayan damlalar geri çekilmişti sanki, dinmişti yağmur.
Yağmurdan kaçan yalnızlığım, yine müsade istemeden geldi oturdu yanıma.
Kimse görmüyordu ama ben hissediyordum O'nu.
Usul usul fısıldıyordu kulağıma sanki; "Seni asla bırakmayacağım."
İçimi bir titreme sardı, kalabalık cadde bile bomboştu aslında, yalnızdı sanki insan.
O anda renklerini kaybetmiş bir tablo gibi hissettim kendimi,
İnsanlar diğer tablolar hakkında yorumlar yapıp, üzerinde konuşuyor,
Bana gelince boğulup, sıkılıp bir diğerine atlıyorlardı...
O an düşündüm ve şunu merak ettim;
"Siyah beyaz olan ben miydim, yoksa onlar mı?"

Devamını Oku

15 Ekim 2012 Pazartesi

"Hayal ve Kırıklığı..."


Araba sürmek bir tutkudur, ama ya arabayı süren kişi zaten senin en büyük tutkunsa?

Hani ölmek üzere olan birinin gözlerinin önünden geçer ya hayatı.
Benimde gözlerimi kapadığımda, hayallerim akıyordu bir bir, oscarlık filmler gibi.

O'nunla yine bir gün oturup hayallerimizden bahsediyoruz.
Benim hallerimin baş kahramanı O, bende O'nunkilerin.
Bir defter edindik, yalnızca biz ve birlikte yapılmış, yada yapılacak her şey yazılı.
Harita aldık birde, gidilmemiş yada daha az gidilmiş yerleri işaretliyoruz.
Sonra birden baktı yüzüme, indi göz bebeklerimden kalbime...
"Bir gün, yalnızca bize ait bir gezimiz olacak,
Ve o işaretlediğimiz her yere tek tek gideceğiz." dedi.
Başta çılgınca gelmişti, güldüm.
Ama gözlerinde ki kararlılık hoşuma gitmişti.
O gün bunları düşünerek daldım uykuya, gülümsedim...
Aradan üç hafta geçti, beni aradı sesi telaşlıydı.
"Sana ihtiyacım var, tamda şuan, yanımda olmana."
Duyunca sığamadım hiç bir yere, "Neredesin?" deyip fırladım yanına hemen.
Oturuyordu öyle, hiçte mutsuz görünmüyordu.
Korktum birden, ve yanına gittim,
Gördüğü anda fırlayıp sarıldı,
Bir süre öyle kaldıktan sonra, gözlerime bakmak için bıraktı beni.
Gülümsedi yine tatlı tatlı, bu gülüşünün anlamını biliyordum.
Yalan söyleyemez bana, bir şeyde saklayamaz.
Hele bu şey, iyi bir şeyse içi içine sığamaz, anlamsız gülmeleri başlar.
"Gene ne yaptın söyle bakayım?" dedim.
Elini cebine attı, hala gülümsüyordu.
"Ne var cebinde, çek elini ben alacağım." diyerek iteledim elini.
Tepkimi merak ederek bakıyordu yüzüme, cebine elimi attım ve...
Gözlerim açıldı, şaşkındım ve aynı zamanda mutlu.
Çıkardım elimi cebinden ve avucumun içinde bi' araba anahtarı duruyordu.
"Sen delimisin, bunu nereden buldun?" dedim.
O, heyecanına yenilip kaçıyordu sorulardan.
"Ver elini seni arabamızla tanıştıracağım." dedi ve beni çekeleyerek arabanın yanına götürdü.
"Vayy canına bu harika bi'şey!" dedim heyecanımı gizlemeye gerek duymadan.
"Şimdi sana yapman gerekenleri söylüyorum, iyi not al o deftere." deyip güldü.
Çıkardım hemen çantadan defteri, kalemin kapağını ağzımla çektim ve yazmaya başladım.
Ben böyle telaşlı ve mutlu olunca dalardı beni izlemeye öylece,
Değişik bir bakış oluşurdu gözlerinde...
Hem imrenek bakardı, hem tutluyla, aşk ve hayallerime karşılık hayalleriyle.
Tanırdım O'nu, ve bilirdim her gülüşünün ve bakışlarının anlamlarını.
Kesmek istemediğimden anladığımı belli etmezdim ama,
O'nu bana öyle baktığını hissettiğimde de, şahit olmak isterdim.
Bakışlarını yakaladığımı hafifletmek için,
"Neden öyle bakıyorsun bana?" derdim gülümseyerek.
O'da yakalandığını belli etmemek için, "Hiç dalmışım öyle, seni izliyordum." derdi.
Beni eve bıraktı sonra, yemek bile yemeden odama geçtim.
O kadar fazla duyguyu aynı anda hissetmiştim ki o gün, deftere aldığım notları hatırlamıyordum bile.
Yüzümdeki gülümsemeler hala devam ediyordu, çıkardım çantadan defteri.
Bir hafta sonra, gezimize çıkacağımızı yazmışım,
"Bunu ne ara yazdım?" diye sorguladım kendimi hemen.
Tamamiyle hazırlanmam uzun sürecekti ama zaten unutacağımdan eminmiş gibi not aldırmıştı.
Madde 3. "Çok fazla eşya alma, ihtiyacımız olmayacak."


Hazırlanma süreci bitti ve o büyük gün geldi.
Kalbim her zamankinden daha farklı atıyordu, tam ben ne yaparız diye düşünürken,
Korna sesiyle yerimden sıçradım ve hemen cama koştum.
Kafasını kaldırmış beni arıyordu gözleri, çantayı kaptığım gibi aşağı koştum.
Direksiyondaydı hala benim geldiğimi görünce kapıyı içeriden açtı,
Elini oturacağım koltuğa iki kez vurarak,
"Buyurunuz efendim, şöförünüz emrinize amade.
Ama ilk önce rüşvetim olan öpücüğümü alayım."
Bunu her söylediğinde, nedense yüzümde çok şapşal bir gülümseme oluşuveriyor.
Öptüm ve çantadan haritayı çıkardım.
Yola koyulmuştuk bile, uçuşan saçlarımı ve haritayı sabitlemeye çalışarak,
Parmaklarıma vuran rüzgarla yönümüzü saptamaya çalışıyorum.
Mutlu olduğumda hep fazla konuşurum ve O sıkılmadan dinler beni.
"Dur, durdur arabayı, şurası nasıl yemek yemek için, bence gayet sıcak görünüyor." dedim.
Mini bir karavan, rengarenk boyanmış ve sahipleri genç bir çift.
Gülümseyerek karşıladılar bizi, bende imrenerek baktım onlara, çok şirin duruyorlardı.
"Bize iki balık ekmek ve yanında da ayran olsun." dedi, gözlerimden onayı alarak.
Biraz manzara karşısında oturup muhabbet ettik genç çiftle ve arabamıza ilerledik.
Aniden hava kararmaya başladı, daha bir sokuldum O'na.
Elimi bırakmayı sevmezdi, o yüzden elimi tutar ve birlikte değiştirirdik vitesi.
"Yakınlarda bir otel olması lazım, nasıl yapalım?" dedi uykumun geldiğini anlayarak.
"Değişik bir şey yapalım mı?" dedim omzunda duran kafamı kaldırmadan.
Devamını getirmemi istermiş gibi baktı yüzüme.
"Haritaya göre şurada bi' tepe varmış, çıkabildiğimiz kadar çıkalım..."
Sözümü bitirmeme gerek bile kalmadan, anladım der gibi kafasını hafif sallayıp gülümsedi.
Hava iyice serinlemişti, arabayı bi' yamacın kenarına çektik ve birbirimizi izlemeye başladık.
Bir süre gözler hiç çekilmedi bir birinden, sarıldı sonra.
Kollarının arasında titreyen beni daha fazla hissetti.
Ne ben bir şey dedim, ne de O.
Sormadı bile, çıkardı ceketini ve üzerime sardı.
Konuşmadan anlaşabilmenin tadına varınca insan, sözleri ziyan etmek istemiyor.
Başımı omuzuna yasladım, bir yandan da kısık seslerle konuşuyorduk bir birimizle...
Huzurla birleşen kokusuyla birlikte, uyuya kalıyorum,
Daha güzel bir sabaha uyanacağımdan emin bir şekilde...

Sonra açılıyor gözlerim aniden, gelmiyor devamı, gelemiyor...
Gerçekleşme ihtimali yüksek olan hayaller, neden zamana karışarak yok oluyor?
Neden aynı rüyayı tekrar tekrar görüyorum?
O hayallerin üzerinden, çok uzun yıllar geçti...
Onca zaman sonra evi toparlarken, yatağın altına sürüklenmiş kutudan çıktı hayallerimiz.
Kutuyu açtım ve sonra defteri, bir kaçını okuyup gülümsedim.
Defter arasına sıkıştırılmış harita, unutulacak kadar göz ardı edilmişti.
Haritayı serdim yere, parmağımla işaretli yerlerin üzerinden geçtim.
Gitmediğimiz bu yerleri hissedebiliyordum, sanki gitmiş gibi.
Durdurmaya çalışmadım yorgun gözlerimden akan yaşları...
Ve mırıldandım zar zor çıkan sesimle;
"Bazı hayaller gerçek olmayı çok fazla hak ediyor..."

Devamını Oku

10 Ekim 2012 Çarşamba

"Seni hissedebiliyorum..."

Uykumda döndüm, sarılmak için elimi yana attım, ama boştu..
Bir anda sıçradım olduğum yerden ve gözlerimle odada O'nu aradım, yoktu...
Sonra hemen diğer odaları gezdim, orada, salondaydı.
Derin bir nefes aldım ve korkuyla atan kalbimin normale dönmesini bekledim.
"Yine kanepe de uyuya kalmış..."
Sürekli uyanıp O'nu kontrol etmek gibi bir alışkanlığım olmaya başladı.
Kaldırmaya kıyamadım, "Üzerine bir şeyler getirsem iyi olacak."
Bir yastık, birde pikeyle geri geldim.
Kafasını hafifçe kaldırarak, yastığı altına iliştirdim,
Ve yavaşça üzerini örttüm...
Tam dönüp gidecekken, arkama baktım.
Uyuyordu öylece, o kadar sevimliydi ki, baş ucuna oturup onu izlemekten kendimi alamadım.
Kirpikleri, burnu, dudakları...
Allah, özene bezene yaratmıştı sanki.
Ellerim saçlarına gitti istemeden, nasılda yumuşak...
Eğilip derin bir nefes aldım saç tellerinin arasında, ve bir öpücük kondurdum.
Bu koku tarif edilemez...
İçimden geçen dua, istemeden kulaklarımın duyacağı kadar sesli döküldü dudaklarımdan...
"Allah'ım, bu varlığı bana nasip ettiğin için, sana binlerce kez şükürler olsun."
Kalkıp yerime yattım sonra, O'nu düşünürken uyuya kalmışım.
Sabah yanıma uzandı ve bir öpücük kondurdu yanağıma.
Yüzümde bir gülümsemeyle araladım gözlerimi, karşımda O'nu görünce açıldı sonuna kadar.
Bir öpücükte ben kondurdum, baktım göz bebeklerine uzun uzun...
"Karnım çok acıktı, kahvaltı edecek miyiz?" diye sordu.
"Paşam ister de ben hazırlamaz mıyım?" dedim ve mutfağa geçtim.
Oda peşimde dolanıyor, çeşitli şirinlikler yapıyordu...
"Tut bakayım şu ekmekleri, masaya götür." dedim, sözümü ikiletmedi bile.
Sosis yemeği çok seviyor diye biraz kızarttım, nasıl da yiyor ballandıra ballandıra...
Bitirdikten sonra tabağını götürmesi yok mu, ısırasım geliyor.
"Ne yapalım bugün? Nereye gidelim?" diye sordum.
Hiç düşünmeden, "Sinemaa!" dedi.
Bende O'nu kırar mıyım hiç?
"Hazırlanmak için yirmi dakikan var, gecikirsen gitmeyiz ona göre." dedim.
Anında fırladı gitti, sanki gideceğimizden eminmiş gibi, hazırlamış her şeyini.
Film seçimini O'na bıraktım, nede olsa bugün O'nun günüydü.
Patlamış mısır olmadan izleyemiyor filmini, aldık O'na kadar, girdik salona.
Filmin başlamasına beş dakika kalmıştı ama mısırını neredeyse bitirecekti.
Neyse ki film başladı, O'nun her kahkahasında çocuklar kadar mutlu oluyordum.
Ve o an bir kez daha anladım ki;
Bu gülümse yüzünden hiç eksik olmasın diye, her şeyi yapabilirdim...
Ben böyle dalmış düşünürken, film bitivermiş.
Tabi dışarı çıktık, dondurma yemeden olur mu?
Oturduk bi' kafeye ve dondurmalarımızı afiyetle yedik.
"Saatte epey geç olmuş, kalkalım mı hadi?" dedim.
Gözlerimin içine baktı ve gülümseyerek kafasını salladı...
Eve vardığımızda yorulduğu çok belliydi, esnemeleri başlamıştı bile.
"Hadi, elini yüzünü bir yıka, sonra pijamalarını giy ve doğru yatağa." dedim.
Bende o arada üzerimi değiştirdim, koşarak yanıma geldi ve yatağa zıpladı.
Yanıma uzandı ve, "Bana sarılır mısın?" dedi.
"Tabi, gel buraya eşek sıpası seni." deyip sarmaladım sıkıca.

Sonra, yüzüme baktı, hüzünlüydü gözleri...
"Bana O'nu anlatır mısın?" dedi kısık bir sesle.
Gözlerim doldu birden, ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim o an.
Tekrar baktı gözlerime, "İstiyorum lütfen, bana O'ndan bahset anne." dedi.
O'nun gibi bakıyordu gözlerime, gözlerimden akan yaşları gizleyemedim.
Sesim başta çıkmadı ama, anlatmaya çalıştım gücümün yettiğince...
"O, severdi bizi, hemde çok. Gözlerin aynı O'na benziyor mesela, birde saçların..."
Gözüm komidinde duran resmine takıldı, hala bana aşık bakıyordu.
Gitmesi artık o kadar zoruma gitmiyordu da, O'ndan kalana O'nu anlatmak zor geliyordu işte.
Bir hafta sonra tam iki yıl olacaktı, O'nsuz geçen ikinci yılımız.
Ben o kadar derinlere dalmıştım ki, çıktığımda O çoktan uyumuştu...
Kendi kendime mırıldandım sonra,
"Gittin ama, bana bu güzelliği bıraktın. O'nu senin isminle çağırmak içimi sızlatıyor.
Ama ismini her seslenişim de, hala bizimle olduğunu hissedebiliyorum.
Bana böyle bir şey armağan ettiğin için teşekkür ederim..."
Birden belimde bir sıcaklık hissettim, bana sarıldığını hissedebiliyordum.
Göz yaşlarımı sildim ve arkama dönüp gülümsedim.
Burada olduğunu biliyorum, seni hissedebiliyorum...
Yine beni yalnız bırakmadın, geldiğine göre artık huzurla uyuyabilirim...
"İyi geceler kocacım, Seni hala ilk günkü kadar seviyorum..."



( Bu yazı tamamiyle hayal ürünüdür ve aynı zamanda benim en büyük korkularım arasında yer alıyor. Bunları yazmak benim için hiç kolay olmadı. Okuduğunuzda sizde en az benim kadar etkilenirsiniz umarım. Ve eklemek istediğin son bir şey daha var, "Allah bu hikayeyi kimseye yaşatmasın..." )

Devamını Oku

9 Ekim 2012 Salı

Seni Hala Seviyorum...

Geceden kalma bir haldeydim, başım ağrıyordu.
Kulaklarımda da güçlü bir çınlama,
Elbiselerimi bile çıkartmadan uyumuşum.
İçimde öyle bir sıkıntı vardı ki, durduğum yerde durmam imkansızdı sanki...
Pardüsemi alıp dışarı attım kendimi...
Başta temiz havayı ciğerlerime çekince kendimi daha iyi hissettim,
Ama bu sefer de başım iyice dönmeye başladı.
Sonra, devreye kulaklarım girdi...
Gürültülü, etrafta çok fazla gürültü vardı.
Trafikte bir biriyle savaşan arabalar, sanki üzerime kasıtlı sürmek istiyorlarmış gibiydi..
Her korna sesinde, kendimi daha da bi' sarsılmış hissettim, şoktaydım.
Sanki yıllardır dışarı çıkmıyormuş gibi,
Sanki, dünya ben dışarı çıkmadığımdan bu yana, çok değişmişti...
Kendimi oturabileceğim, sakin bir cafeye bıraktım.
Menüyü getiren kız, sanki bir uzaylıyla konuşuyormuş gibi,
Şaşkın ve ürkek bakıyordu gözlerimin içine...
Sakinleşmek ve ayılmak için sert bir kahve söyledim.
Her yudumda zihnim açılıyordu, ve yine her yudumda o ses daha da güçleniyordu...
Duymamaya, umursamamaya çalıştım.

Ama sanki içimdeki biri, benimle iletişime geçmek istiyor gibiydi.
Ve hemen sonrasında kahvemi bitiremeden, masaya parayı bırakıp kalktım.
Yürüyordum ama nereye gideceğim konusunda en ufak bir bilgim yoktu,
Bunun tam aksine bacaklarım nereye gideceğimizden son derece emindi.
Çıkmaz bir sokağa daldım,
Bir ara etraf o kadar sessizleşti ki, bastığım su birikintilerinin sesi,
Beynimin içinde yankılanıyordu.
Sonra birden olduğum yere çakılı kaldım,
Ses o kadar güçlenmişti ki artık, göz bebeklerim dışarı çıkacak gibi hissettim.
Ve ani bir U dönüşüyle, geriye döndüm.
Ayaklarım benden bağımsız koşuyordu, bir şey vardı.
Tanımlayamadığım bir şey,
Ve ben hariç bedenimin her bir hücresi bu şeyden çok fazla emindi.
Caddeler özellikle boşaltılmıştı sanki, tek bir yaşam belirtisi dahi yoktu.
Başlama noktasına gidiyorduk, hissediyordum.
Her bir adımda içimi bir soğukluk hissi kaplıyordu, üşüyordum.
Tanıdık geliyordu geçtiğim yerler, sanki daha önce binlerce sefer geçmiştim buralardan.
Karanlık olmaya başladı ve korkuyordum.
Uğultular netleşmeye başlamıştı, ama hala net olarak ne dediğini anlayamıyordum.
Yaklaştığımı hissediyordum, ve evet, varış noktam...
"Hayırr!" dizlerimin üzerine çöktüm ve topraktan bir parça aldım avuçlarıma, sıcaktı...
Hala inanamıyordum, beynim bunu şiddetle inkar ediyordu, ta ki o taşta ismini görene kadar...
Gücüm tükenmişti, O'na sarılıp yanına uzandım, ve  konuşmaya başladım...
Gözlerimden süzülen yaşlar toprağa her düşüşünde, ruhum temizleniyordu sanki...
Ve yine o ses yükseldi, bu sefer ki çok fazla netti;
"Geleceğini biliyordum, Seni hala seviyorum..."

Devamını Oku