25 Aralık 2012 Salı

Bir Adam Tanıdım...



Her insanın tanışma evresi tesadüf olmaz belki ama O, başlı başına bir tesadüftü.
O, sakindi. Bir deniz gibi; bazen durgun, bazense dalgalarıyla kıyıyı tokatlarcasına hırçın. Konuştu, kendini anlattı. Kendimi anlatmama gerek yoktu, çünkü O, ikimizin yerine konuşabiliyor ve ikimizin yerine anlayabiliyordu her şeyi. Ben O'nunlayken dinlemeyi öğrendim, en çokta birine saygı duymayı.

O, bir mucize olsa da, yanlış zamanların ustasıydı. Vazgeçtiğim anda, hayatın yakasına yapışmayı bıraktığın anda gelmişti çünkü. "Büyüyünce ne olacaksın?" sorusuna ne cevap verirdi bilmiyorum ama doktor olmalıydı kesinlikle. Neticede hiç bir doktor, O'nun kadar başaramazdı hastalarını bu derece iyileştirmeyi.

O'da benim gibi yazıyordu ama bir şey eksikti. Sanki kalemi bi tur boşa dönüyor gibi. Puzzle'ın bir parçası eksikmiş gibi. Çözmeye çalıştım O'nu, daha çok okudum ve zamanla daha çok tanıdım. Zamanla anladım ki, duygu eksikti yazılarında. Yazıları; hayaliydi, hayaldi. O an fark ettim ki, karşımda daha önce hiç bir kadına aşık olmamış bir adam vardı.

Öyle iyi bir kalbi vardı ki, O'nu tanıdıkça daha çok korkmuştum kırmaktan. Çünkü benim yaşantım sertti, belki bir parça da acımasız. Benimleyken üzülecekti sanki; dağılacaktı, korktum... Çektim kendimi iyice, dikenlerim batmasın diye duvar ördüm aramıza ama bilemedim bir gün bununda sorun yaratacağını.

Nedenini hiç anlayamadım ama ilk günden beri, kendimden fazla güveniyordu bana. İnsanlar bana hep güvenir, burada sorun yoktu, asıl sorun bende istemeden O'na güvenmeye başlamıştım. İlk fark ettiğimde paniğe kapılsam da, O'nunlayken güvenmekten korkmamayı öğrendim.

Doğum günüm yaklaşmıştı ve O, kilometrelerce öteden beni önemsediğini, düşündüğünü ve sevdiğini hissettirebilmişti. Hediye yollayacağını söylediğinde inanmamıştım, bir hafta sonra kargoyla yüz yüze gelince anlamıştım ciddiyetini. O koca kargo poşetinin içinden çıkan küçük, şirin bir sandık karşıladı beni. İçinde renkli zarflara koyulmuş ufak notlar... Sonuncu notta benden bir şans istiyordu, yapamadım...

Hızlı gitmiyorduk aslında, aksine oldukça yavaş ve emin adımlarla yürüdük yolu. Ama atladığımız bi' nokta vardı. Ben, O gelene kadar çok fazla hata yapmıştım ve bedellerini her şekilde ödemiştim. Yaralarım bir neşter kesiği kadar derindi...

İnsanların gelmeleri ve gitmeleri doğaldı artık benim için, önemsemiyordum... Benim hayattaki en büyük rollerimden biri, beklemekti. O'da gidecekti bir gün biliyordum ve o yüzden diğerlerinden ayırmadım ama O kaldı. Bana rağmen kaldı...

Bir şeye isim koymak o şeyin daha çabuk tükenmesine neden oluyor gibi geliyor bana. O yüzden sevmem aradaki bağa isim koymayı. İsim koymaya çalışan insanları da anlamam, sevdiğini biliyorsan ve eminsen O'nunda seni sevdiğine, yeterli bence.

O, sevmemişti daha önce kimseyi benim gibi. Atalarımız aşk demiş buna, öyle gelmiş öyle gidecek. O, ait olmak istiyordu birine, sevdiği kadar sevilmek. Kıskanılmak belki, yada ne bileyim dünyanın iki kişilik yer olduğuna inandıracak bir kaç hareket veya cümle...

Benimse yalnızlıkla aramdaki bağ her geçen gün daha da güçleniyordu. Buna ben dahil kimse engel olamadığı gibi, O'da olamadı. O'nun tam tersine ben birine ait olmak istemiyordum. Kimseyi sevmemek, hatta kimse tarafından sevilmemek. Aynı yolda, farklı yönlere döndük istemeden...

O, benim tam tersime çok konuşur, çok soru sorardı. Aldığım tüm önlemler yetmemişti ve bana aşık olmuştu. Önemsediğim biri olmasaydı, zarar vermekten korkmazdım ama O'nu üzmekten, kırmaktan korkuyordum. Vazgeçmesi için umursamaz bir tavır takındım. Zorlanıyordu, hissediyordum ama bana aşık kalmasına da izin veremezdim, çünkü kalırsa daha fazla üzülecekti, biliyordum...

O, uzun bir yol istiyordu yürümek için. Bense daha önce denediğim ve yarı yolda kaldığım o uzun yolu, tekrar yürümeyi göze alacak kadar güçlü değildim. Üzmezdim O'nu hiç, üzmedim. Benden vazgeçmeye çabalıyordu ve başaramadığını söylüyordu hep, bense inanıyordum. Bir sabah başarmış olarak uyanacaktı...

Ani kararları vardı O'nun. Sonunu hiç düşünmeden attığı adımları, sonu hep pişmanlıkla sonuçlanan. Beni hiç üzmeyeceğini söyleyen O adam, başlamıştı üzmeye... Başta istemeyerek, sonra bile isteye... Masallarda ki gibi bir aşk yoktu ama O'nu inandırmak da zordu.

O' zeki biriydi ve artık hayattan ne alması gerektiğini daha iyi biliyordu ve daha güçlüydü. Hayalperest biriydi, hayatının gerçeklerden değilde, masallardan ibaret oluşmasını istiyordu. Bende O'na saygı duydum, masalını yaşarken yanında olacaktım. Olmadığına inandığı o gerçekleri ise, O'na ben yaşatmayacaktım.

Ben duygularımı açık bir dille anlatabilen biri olamadım hiç. O yüzden ağız dolusu diyemedim benim için ne derece değerli olduğunu. Söyleyemediğim gibi, hissettirmiyordum da. Korkuyordum belki de diğerleri gibi gideceğinden. O' da görmediği, duymadığı, hissedemediği bir şeye inanmadı doğal olarak ve gitmeyi seçti. Gitmesin diye seçtiğim yol, yine bir vedayla sonuçlandı. Ama kaderin bizim için yazdığı senaryoda rollerimiz henüz bitmemişti...


Devamını Oku

12 Aralık 2012 Çarşamba

Değişim...

Sildim göz yaşlarımı...
Atlayıp arabaya, oraya gittim,
Özgür olduğuma inandığım o yere....
Akan her damla yaşta, derin nefesler aldım.
Sustum birde, söylemem gerekenleri yuttum, bir bir...
Dikiz aynasından baktım kendime, son bir kez.
Güçlü gözükmek için yaptığım makyaj yine dağılmıştı, gördüm...
Çevirdim kafamı, izledim dışarıyı derin nefesler alarak.
Çıkardım ayakkabılarımı ve üzerimde ki ceketi...
Üşüyeceğimi düşünmemiştim ilk defa.
Kapıyı açar açmaz selamladı rüzgar beni...
Açtı kollarını sanki, "gel" der gibi.
Ayaklarım kumlarla temas edince, içimde bir şeyler canlanıyordu sanki...
Deniz güzel kokuyordu yine, tıpkı bıraktığım gibi.
Ne kadar olmuştu gelmeyeli? Hatırlamıyorum...
Dalgalarını savuruyordu üzerime deniz, hesap sormak ister gibi bi hali vardı...
Kuruduğunu sandığım gözlerimden, yaşlar akmaya başladı yine.
Adımlarım büyüdü, yaklaştım kıyıya...
Kimse yoktu etrafta, yalnızdım yine, tıpkı alışık olduğum gibi...
İç çekerek başlayan mırıldanmalarım; büyüdü, büyüdü kocaman oldu.


Yükseldi sesim hızla,
Hatırlatıyordu deniz, hatırlıyordum...
O'nu, gözlerini, ellerini ve bir zamanlar ne kadar mutlu olduğumuzu...
Daldı gözlerim uzaklara, hafızam tazelemek için anıları zorluyordu adeta...
Ama engel olmadım bu defa, aksine yardımcı oldum.
Her detayı hatırlayıp, dalgalara bırakmak istiyordum...
Dalgalar bekliyordu ve bekledikçe hırçınlaşıyorlardı.
Ben bağırdıkça, deniz daha şiddetli dalgalarla yürüyordu üzerime.
Susmadım bu defa,
Susturmadım içimden geçenleri...
Bastırdığım ne varsa döktüm, döktükçe rahatladım...
Çığlıklarım kaç boyuta ulaştı, hesaplamadım.
Eğildim dizlerimin üzerine, umursamadan elbisemin ıslanacağını...
Soğuk kendime getiriyordu beni,
Rüzgar gözlerimden öpüp, kurutuyordu yaşları...
Bi el hissettim sanki omuzumda, 
Refleksle döndüm arkama ama kimse yoktu, gülümsedim...
Deniz fısıldadı kulağıma sonra, her şey güzel olacaktı, inandım...
Güzel olan her şeye inanmak istiyordum...
Güneş veda ediyordu bize yavaştan, bende denize veda edecektim usul usul.
Ama biliyordum,
Ne güneş doğmadan yapabilirdi, nede ben deniz olmadan...
Üşümüş ellerimle sildim kalan göz yaşlarımı,
Ve son bir kez daha derin bi' nefes aldım.
İçimdeki gücü hissedebiliyordum artık...
Yalnız, güçlü ve gülümseyen bir kadın koydum cebime.
Arabaya döndüğümde tekrar baktım aynaya, gözlerimdeki değişimi hissedebiliyordum...
Sonra mırıldandım usulca;
Bugün değil belki ama bir gün her insan değişmek zorunda...

Devamını Oku

7 Aralık 2012 Cuma

Hiç Gereği Yokken...

Dağıt odanı hadi,
Kır parçala O'nu hatırlatan her şeyi...
Yazılan notları gizleme hiç, silip atacağını biliyorum,
Ya resimler... 
İşte en zoru da bu ya, nasıl kıyıp sileceksin veya kesip atacaksın?
Bir de hayatında kapladığı yer var tabi,
Birazını o çaldı senden, birazını da sen verdin hiç düşünmeden...
Düşünmedin tabi gidecek bir gün diye,
Sende haklısın, hiç gidecek gibi değildi ki...
Gelişi mucizeydi, sana iyi geldi, senin için geldi...
Unuttuğun gülümsemelerini sana geri verdi,
Hiç gereği yokken yaralarını sordu...
Ve dokundu oralara, bir bir...
Korktun, canın yanacak sandın ama,
İyi geldi, hatta iyileşebilirdin bile...
Fark edemedin tabi,
İyileştirmek için yaklaştığı yaralarının yanı başında kendi için yaralar açtığını...


Devamını Oku

28 Kasım 2012 Çarşamba

Git...




Git...
Uzaklara git...
Benim seni bulamayacağım kadar uzaklara.
Boşta kaldığında,
Canın sıkıldığında,
Yada ne bileyim, birini sevmeye ihtiyacın olduğunda,
Daha doğrusu, sevgiye ihtiyacın olduğunda,
Gelemeyeceğin kadar uzaklara git...
Benim yerime koy demiyorum kimseyi,
Hem zaten istesen de koyamazsın, biliyorum...
"Yaparım!" diyorsan eğer dene, ne kaybedersin ki, dimi?
Ama başaramadığında,
Daha bir özleyeceksin beni...
Burnunda tüteceğim belki,
Belki de kalabalık bir cadde de yürürken,
Ben sanıp çevireceksin birini...
Olmadığımı gördüğünde, bir hayal kırıklığına daha uğrayacaksın...
Sonra şuursuzca bana ulaşmaya çalışacaksın.
Sürekli gittiğim kafe, yada ne bileyim...
Beraber takıldığımız her yere uğrayacaksın, tek tek...
Hiç bir yerde bulamayınca yalnız kalmak isteyeceksin.
İşte o zaman düşüneceksin ve...
Birlikte kurduğumuz tüm hayaller, keşkelerine dönüşecek...
Şimdi git hadi...
Durma, uzaklara git artık...

Devamını Oku

15 Kasım 2012 Perşembe

Uyanamıyorum...

Benim tam bir baş belası arkadaşım var. İyidir falan ama bildiğin çatlak, sıyrık. Yalan yok kahrımı çok çekiyor, çok da severim ama laf aramızda bazen acayip çekilmez biri olabiliyor. Yine öyle bir sabahta, kapımda sanki bi düzüne alacaklı varmış ve hemen uyanıp kapıya bakmazsam, kapıyı kırıp beni öldüreceklermiş gibi bir çalış gücü vardı. Önce bilinç altımın bana oynadığı bir oyun sandım ama sesler dinmek yerine, git gide artınca anladım ki, gerçekler. Yataktan bir uyur gezer edasıyla kalktım, tek gözüm kapalı gidiyorum ki, şu kapıda ki her kimse bir an önce postalayayım da, güzellik uykuma kaldığım yerden devam edeyim diye düşünüyorum. Kapıya yaklaştığım halde sesler azalmayınca istek dışı bir ses yükselttim, refleks de diyebiliriz buna bence; "Yeter be kırdın kapıyı, geldik işte patlama!" Tabi o zaman yerinde gelmişti bu tepki ama şimdi düşününce, biri bana bu şekilde kapıyı açsa... Neyse korkunç, burayı atlıyorum. Tahmin ettiğiniz üzere kapıda ki benim çatlak arkadaşımmış. İçeriye ışık hızıyla dalarak; "Ohaa! Sen hala uyuyor musun ya? Dışarıda güzel bi' hava var, hadi giyin de bi' şeyler yapalım." bu hatırladığım tek cümlesi oldu, sanırım gerisinde ya bayılmışım yada bildiğin ayakta uyumuşum. Kollarımdan tutup sarsınca fal taşına dönen gözlerimi açtım ve "Bilmem farkında mısın ama uyuyorum ya, geç sen dolap dolu, yeni filmler de almıştım keyfine bak. Ben az daha kestiricem." Tabi bu ısrarlarım hiç bir işe yaramadı, bir saat içinde çoktan hazırlanıp, dışarıya adımımızı atmıştık bile. Hava o kadar sıcaktı ki, bir yere oturup soğuk bi'şeyler içmezsek, sıcaktan çatlayarak ölen ilk insanlar olabilirdik. Bu işte bir gariplik vardı, normalde bu kızı susturmak neredeyse imkansızdır ama ağzını bıçak açmıyor ve hızlı adımlarla sanki bir yere yetişiyor gibiydik. Başta sorma gereği duymasam da, içimden korktuğum başıma gelmesin diye dua ediyordum ki... "Kahretsin! Yine mi ya, tahmin etmeliydim." Bizim ki başladı kıkır kıkır gülmeye, geldik ya mecbur oturmak zorundayız masaya. Sağ olsun, benim yalnız kalmamdan, daha doğrusu evde kalmamdan korktuğu için düzenli olarak bu tarz çöp çatan işlerine girişir. Allah var ya, çocukta fena değil ama ben böyle tavsiye üzerine biriyle birlikte olamam yani. Sıkıcı ve zorlamayla geçen bir saat nihayet bitti ve özgürüm artık. Kızı bir güzel haşladıktan sonra, yalnız kalmak için yanlarından uzaklaştım. Biraz yürüdükten sonra dinlenmek için manzarasız ve gürültülü bir banka oturmak yerine, su seslerinin ağır bastığı bi' havuzun taşına oturup etrafı izledim.


Bir süre geçtikten sonra biri yaklaştı ve "Müsaade ederseniz, oturabilir miyim?" dedi. Nedenini anlamadım ama konuşacak kadar sesim çıkmadı, o yüzden başımla onaylamak zorunda kaldım. Başta biraz uzağa oturmuştu ama bir kaç dakika sonra muhabbet açtı ve yavaş yavaş aradaki mesafeyi kapattı. İtiraf etmeliyim ki bi' erkeğe göre çok fazla konuşuyor ama ses tonunu sevdim, oldukça etkileyici. Yani demek istediğim ne dediğini pekte umursamadım o an, elimi bildiğin çeneme koydum ve bir kaç dakika önce tanıştığım çocuğu büyük bir hayranlıkla izledim. Arada; "Beni dinliyor musun?" sorusuna, "Hı, evet evet dinliyorum, sen devam et." diyerek cevap verdim. Bir süre sonra girdiğim transtan çıkıp saati fark edince, "Saat epey geç olmuş, benim gitmem lazım." diyerek toparlanmaya başlayınca, "Şeyy, tekrar görüşebilecek miyiz?" diye sordu. Fazla zamanım olmadığından nazlanmadım "Kalemin var mı?" dedim. Hemen çıkardı tabi, avucunun içine numaramı yazdım. "İstediğin zaman arayabilirsin ama dikkat et de mürekkep dağılmasın." dedim gülümseyerek. Vedalaşıp eve gelene kadar geçen zamanda saçma bi gülümsemeyle dolaştım etrafta. Akşam aramayınca yavaş yavaş ümidimi kesecekken, uyumaya yakın mesaj geldi: "Merhaba, sanırım kim olduğumu tahmin ediyorsun. Değişik bir büyün var, en kısa sürede bir buluşma ayarlamak istiyorum." Mesajını okuyunca bi' kanatlandım, sevgi pıtırcığı olup çıktım resmen. İlerleyen dakikalarda içimde kelebekler uçuran bir yeni mesaj daha geldi: "Yarın için kimseye söz verme, ikimiz için çok iyi bir planım var. Seni sabah 09:00 gibi alırım, uygun mu?" Planım yoktu ama hevesli gözükmemek için bir süre sustum ve sonra "Tabi olur, yarın görüşmek üzere" dedim. Gece, yarının hayalini kurarak daldım uykuya. Öyle bi' psikolojiyle uyumuşum ki, sıçrayarak uyandım geç kaldım diye. Yataktan fırladım, neyse ki sonra saate bakmak aklıma geldi, saat daha 07:35 di. Bu saatten sonra uyku tutmaz bari, hazırlanayım. Bir buçuk saat nasıl geçecek derken telaştan zaman akıp geçmiş, saat 08:53. Son ana kadar gayet rahatken, çat kapı heyecan geldi iyi mi? 08:58. "İptal mi oldu acaba, gelmeyecek mi?" derken telefonum çaldı. "Ben geldim, aşağıdayım hazırsan gel hemen, zaman kaybetmeyelim." Playlistini özel olarak ayarlamıştı sanki, müzik zevklerimiz de hemen hemen aynı. Ben camdan dışarıyı izlerken bir yandan da sessiz sessiz şarkıyı mırıldanıyordum ki, cesarestlenmem için yüksek sesle şarkıyı söylemeye başladı. Önce şaşırdım ama ortama uyum sağlamam uzun sürmedi. Sonunda gelmiştik, kurt gibi açım. Güzel bir kahvaltı ettikten sonra sahil kenarına inip biraz yürüdük. Sıradan bi' yürüyüşten sıkılınca ayakkabılarımızı çıkardık ve paçalarımızı çimleyip denize biraz daha yaklaştık. Dalgalar ayaklarıma vurdukça irkildim ama hoşuma gitmişti. Koşuşturma sonrası ben yorulunca, denizden biraz uzaklaşıp oturduk kumların üzerine.


Duyduğum ses, huzur vericiydi. Fon müziği olarak martıların sesi ve tabi birde bizim kalp atışlarımız... Denizin mavisi O'nunla hayaller kurmama yardımcı oluyor. Gözlerine bakmakta yeterdi aslında ama utanırım, bakamam ki sürekli. Hayaller bir-iki-beş-on...

Çok fotoğrafımız olsun istiyorum; böyle çocuklarımıza, torunlarımıza gösterebileceğimiz bir ton anı, yaşanmışlık. Fotoğraflara her baktığımda, yüzümde bi' tebessüm oluşsun, daha çok aşık olayım sana.


Mesela güneşin batışını değilde doğuşunu izlemeyi daha çok severim ben. Sadece ikimizin olacağı bir tepeye çıkar bütün geceyi birlikte geçiririz. Uzun uzun muhabbet ederiz önce, sonra gece gibi sessizleşir, yıldızları izleriz birlikte. Sen her öpücüğünle özel kılarken beni, benimse yüzüm kızarır ve daha çok sokulurum yanına.


Öyle çok severim ki seni; hasta olma diye terliyken soğuk bi'şey içirmem, soğuk havalarda ince giymene izin vermem. Tüm uyarılarıma rağmen hasta olursan eğer, önce bi' güzel kızarım, sonra hiç kimsenin bakamayacağı kadar büyük bir ilgiyle bakarım sana. Gece bir ihtiyacın olur da uyanamam diye başında beklerim, beni bırakıp gitmenden korktuğum için her on dakikada bir nefes alışlarını dinlerim.


Mesela; iki elimle yüzünü avuçlayıp; "Seni şimdi öyle bi' severim ki..." derken, sözümü bitirmeme izin vermeden, "Sevsene, hadi." deyip ellerini bağdaştırırsın. Ahh işte o an daha bir tatlı, daha bi' yenilesi olursun gözümde.


Ben öyle seni izlemeye dalmışken, indir ellerimi ve avuçlarının arasına al yüzümü. "O öyle değil, böyle yapılır." diyerek öp beni. Gözlerimden kıskanayım seni her bakışımda, benim olduğun için şükür edeyim Allah'a.


Yağmurdan pek hoşlanmam ama izlemeyi severim, hele ki seninle olursa. Birde sıcak çikolata yaparım içimizin ısınması için. Battaniyenin altına girer önce yağmuru izleriz birlikte, sıkılınca bir birimizi izlemeye devam ederiz. Vücut ısını hissetmek, kalp atışlarının nedeni olmak mutlulukların en iyisi olurdu.



Birde hiç küs uyumayalım olur mu? Kavga etmeyelim demiyorum, edelim ama bir birimizin kalbinde hiç kalıcı bir iz bırakmayalım. Kavgamızın şiddetinin iki hatta üç katı olsun birleşmemiz. Öyle sıkı sarıl ki bana; bütün kaburgalarım geçsin bir birine, öyle uzun süre mahsur kalayım ki kokunla, burnumun direği sızlasın onu duyamadığımda. Saçlarımı öp, fısılda kulağıma beni ne kadar çok sevdiğini, gözlerim dolsun ama ağlamayayım. Yalnızca çok sevelim bir birimizi, bi' kekin tarifini ister gibi istesinler bizden aşkın tarifini...



Kapımda sanki bi düzüne alacaklı varmış ve hemen uyanıp kapıya bakmazsam, kapıyı kırıp beni öldüreceklermiş gibi bir çalış gücü vardı. Önce bilinç altımın bana oynadığı bir oyun sandım ama sesler dinmek yerine, git gide artınca anladım ki, gerçekler. Yataktan bir uyur gezer adasıyla kalktım, tek gözüm kapalı gidiyorum ki, şu kapıda ki her kimse bir an önce postalayayım da, güzellik uykuma kaldığım yerden devam edeyim diye düşünüyorum. Kapıya yaklaştığım halde sesler azalmayınca istek dışı bir ses yükselttim, refleks de diyebiliriz buna bence; "Yeter be kırdın kapıyı, geldik işte patlama!" Tabi o zaman yerinde gelmişti bu tepki ama şimdi düşününce, biri bana bu şekilde kapıyı açsa... Neyse korkunç, burayı atlıyorum. Tahmin ettiğiniz üzere kapıda ki benim çatlak arkadaşımmış. İçeriye ışık hızıyla dalarak; "Ohaa! Sen hala uyuyor musun ya? Dışarıda güzel bi' hava var, hadi giyin de bi' şeyler yapalım."

Beynimden aşağı kaynar sular dökülüyordu sanki. Garip bir şekilde bu anı yaşamış gibi hissediyordum. Hatta yaşadım. Dün. Yaşamadım mı? Nasıl olabilirdi. Dokundu bana. Öptü. Hissettim. Mesajlar! Odama koşup telefonumun gelen kutusuna baktım. Başlarda yoktu. Aşağılardadır belki. Belki de silmişimdir. Rehberimde vardır kesin. Şuursuzca rehberdeki isimlere göz gezdiriyordum. Ama kime bakıyordum? İsmi neydi... Niye hatırlayamıyorum? Bu bir rüya olmalı, birazdan uyanacağım. Uyanamıyorum.

Yalpalayarak arkadaşımın yanına gittim.
-Neyin var? Ne oldu, yüzün bembeyaz olmuş?
-Dışarı çıkınca ne yapacağız?
-Bilmiyorum, sen nasıl istersen öyle olsun. Ama hiç iyi gözükmüyorsun. Neyin var?
-Şimdi ben çıkmayalım desem ısrar etmeyeceksin yani?
-Korkutuyorsun beni. Lütfen oturalım. Dur ben sana bir bardak su getireyim.

Kameralar neredeydi acaba. Şaka olması gerek bütün bunların. Şimdi desem ki: "Mavi gözlü, siyah saçlı, uzun boylu, yakışıklı, gözlük kullanan, sesi güzel bir erkek arkadaşın var mı?" düşündüm de diyemem. Hayır cevabını alacağım o kadar belli ki... Bir insan neden bu kadar gerçekçi rüyalar görür ki...

Kendime geldiğimde içimden geçen ilk anlamlı cümle şöyle oldu;

"Rüyalarda buluşmak üzere isimsiz sevgilim."
Devamını Oku

12 Kasım 2012 Pazartesi

Özlüyorum şimdi...

Özlüyorum şimdi...
Belki seni, belki sendeki beni, belki de bizi...
Bilemiyorum...
Sen yokken neler yaptığımı anlatsam, yada ne bileyim yazsam sayfalarca,
Sonra diyorum ki gerek yok, hem anlar mı o aptal?
Anlayacağına inansam hiç üşenmeden, sıkılmadan uğraşırdım biliyor musun?
Korkumdan radyo dinleyemiyorum, anlamazmış gibi bakma, oda senin yüzünden...
En savunmasız anımda çalıyor radyolar, şarkıyı, şarkımızı...
Çivi gibi çakılıyorum yerime,
Geliyor aklıma yaşadığımız, yaşadığım, yaşattıkların...
Aklımdaki süzgeç eliyor anıları sonra,

İyi olanları akıtıp kötüleri hatırlayacağıma,
Kötü olan her şeyi eleyip, iyileri veriyor elime...
Sonra olasılıklar başlıyor tabi,
Öyle olmasaydı böyle olmazdı, bunu yapmasam oda bunu yapmazdı gibi...
Bu süreç yıpratıcı, can yakıcı...
Biliyorum, bir insan bir yerlerde hala hatırlanıyorsa, kolay da unutamazmış...
Muhtemelen bende senin aklına geliyorum ara sıra,
Aklına gelip gelmediğimden çok, nasıl geldiğim düşündürüyor tabi beni.
Sonra her şeyi boş verip yakıyorum bi' sigara...
Her dumanda küfrediyorum gidişine.
Sigara bitince yine özlüyorum seni,
Özlememek için bir daha yakıyorum,
Ama oda bitiyor, sonra bir daha, bir daha...
Böyle böyle bir paketi bitiriyorum...
Paket bitiyor da, geceler bir türlü bitmek bilmiyor..
Sonrasında ise uzun gecelerime bir fincan acı kahve ve keşkelerim kalıyor...


Devamını Oku

2 Kasım 2012 Cuma

Belki bir gün...

Heyecan, sevgi, mutluluk, güven, kahkahalar ve tabi ki göz yaşları...
Sanırım hayatın kısa bir özetini çıkardım az önce.
Bu duyguları jeton gibi düşünelim şimdi, başımıza gelen iyi ve kötü olayları ise birer oyun...
Beklemediğimiz ama güzel bir sürpriz yaşadığımızda, 'heyecan' jetonumuzu harcarız.
Yabancı birini veya aileden birine bir şeyler hissedersek 'sevgi',
Önem verdiğin kişilerle yaşadığın anlarda 'mutluluk',
Genelde yorulduğunda ama bazen de kendinden fazla birine inanmak istediğinde 'güven',
Kendine yakın gördüğün samimi kişilerle yaptığın esprilerde veya şakalarda 'kahkahalar'
Ve tabi yine en çok değer verdiğin insanlar için döktüğün 'göz yaşları'...
Ama ya bu jetonlar sınırlıysa...
Hiç düşündünüz mü?
Yani bize söylemedikleri bir sayısı varsa her birinin ve biz onları boşa harcıyorsak...
Sanırım bunu ben yaşıyorum...
Meraklı bir yapım olduğu için bütün oyunları merak ettim,
Bir diğer kötü huyum ise inatçılık...
Yenemediğim oyunlarda tekrar ve tekrar başa sardım.
Ve hiç durmadan hepsini ardı ardına oynayarak, yoruldum...
Tam sıradaki oyuna geçecekken, kenarda hiç jetonumun kalmadığını fark ettim.

Yani hayatta bir çok duyguyu bir anda yaşamaya çalışarak,
Hem bedenimi, hem de ruhumu fazlasıyla yordum...
Şimdi beni hiç bir şey heyecanlandıramıyor,
Kimseyi gerçekten sevemiyorum,
Eskiden ufacık şeylerle bile mutlu olabilen ben, şimdi hiç bir şekilde mutluluğu tadamıyorum,
Tabi bir de bu var, ben kimseye gerçekten güvenemiyorum,
Hiç kimseye içten bir kahkaha atamıyorum mesela,
En kötüsü de, artık ben ağlayamıyorum...
En kötüsünü yaşıyorum, bedenim adeta ağlamam için yalvarıyor,
Ama ben kendimi kasarak bunu erteliyorum ve garip bir şekilde de başarıyorum...
Sanki bu ben değilmişim gibi geliyor bazen,
Ayna da sıkışıp kalan gerçek ben belki de, kim bilir...
İyi ama kimse bana bu jetonların sayılı olduğunu,
Daha kötüsü, bir gün biteceğini söylememişti ki...
Hayatıma giren kişilerle oynadığım bu oyunu kaybetmiştim ben,
Acımadan alıp gitmişlerdi bütün jetonlarımı...
Her birini tekrar bulup hesap sorsam neye yarayacaktı peki?
Hiç... Böyle yaşamayı öğrenecektim ama nasıl?
Duygularını kaybetmiş birini düşünün,
Tıpkı ruhsuz bir beden gibi,
Yalnızca oynanan oyunları dışarıdan izleyerek, bir gün bitmesini dileyen biri...
Mucizelere bile pek inanmam ama belki bir gün...
Haberim olmadan bir oyunu kazanmışımdır ve ödülüm verilir...
Belki bir gün, biri gelir ve benimle jetonlarını paylaşır,
Kim bilir işte, belki bir gün...

Devamını Oku

27 Ekim 2012 Cumartesi

Siyah-Beyaz

Bazen yalnız kalmak ister insan,
Bazense yakaladığı ilk kalabalığın arasına karışıp, orada kaybolmak.
Tabi benim gibi yalnız kalmaktan korkanlar için ikinci seçenek daha çekilir gibi.
Bugün yalnızlığım içime sığmıyordu sanki, her zamankinden daha da yalnızdım.
Odama kapanıp yüksek sesle dinlediğim müzikler bile yok etmiyordu bu duyguyu.
Dışarı çıkıp bir iki insan yüzü göreyim istedim ve kalabalığa bıraktım kendimi...
Kalabalığın ve aynı zamanda tüm yalnızların ortak mekanı, istiklale götürdü ayaklarım beni.
Sıradan insanlar gibi davranmaya çalıştım bir süre,
Telefonumu kurcaladım, hızlı adımlar attım sanki bir yere yetişiyormuş gibi.
Ha birde sürekli saatime baktım, yakamı paçamı düzenledim evden aceleyle çıkmış gibi.
Yorulduğumu fark ettiğim an duraksadım olduğum yerde,
İnsanlar o kadar kör, o kadar umursamaz olmuşlardı ki;
Yanı başından geçen beni, fark etmiyorlardı bile.
Sürekli değişik sesler uçuşuyordu havada.
Herkesin keyfi yerindeymiş gibi, mutluymuş, normalmiş gibiydiler.

"Bugün giyecek bi' şey bulamadım canım yaa, bunları giydim bende nasıl olmuş?"
"Off ince giyindim ama yağmur yağmaz inşallah, üşütmeyeyim bu havada."
"Anne şurada duran amcaya bak, çok komik dimi?"

Bunlar etraftan yakaladığım bir kaç cümleydi sadece.
Şuan yere uzansam ve ölüyor gibi yapsam, sanki hiç biri dönüp arkasını bakmayacak gibiydi.
Sonra biranda etraftaki tüm sesler uğultuya dönüştü,
Yalnızca kalp atışlarımı duyabiliyordum, hızlı ve öfkeli atıyordu, birde yorgun...
Geçip bir banka oturdum, sanırım birazda üşümüşüm.


Bir insanın bedeni üşüyünce çare çokta, içi üşüyorsa çaresi tek oluyor işte.
Malum kalbi üşüten tek şey, "Sevgisizlik..."
Neyse etrafta hızla geçen, hatta koşuşturan insanlara baktım bir süre...
Gözlerim yorulunca, yerde gelişi güzel atılmış sigara izmaritlerini gördüm.
Bir tanesinde kırmızı bir ruj izi vardı, bunu muhtemelen güzel bir kadın içmişti.
Bir diğeri ise fazlaca buruşturulmuş ve dibine kadar içilmişti,
Bunu da muhtemelen bir adam içmişti,
Ve sanırım oda benim gibi yalnızdı ki, sigarasını ziyan etmek istemedi.
Sonra bankta özenerek yazılmış isimler ve yazılar dikkatimi çekti.

Bir tanesi; "07.05.2008 Seni çok seviyorum. Melis-Hakan"

Üzerinden epey geçmiş, istemeden de olsa düşündüm onları..
Acaba şuan hala birlikteler midir? Sanmam, bence çoktan ayrılmışlardır.
Yada belki evlenmişlerdir şimdi, çok mutlulardır, hatta çocukları bile olmuştur.
Arada gelip banktaki isimlerine bakıyorlardır.
Olamaz mı?
Yağmur çiselemeye başladı, hafif hafif okşuyor yanaklarımı.
Kafamı gökyüzüne kaldırıp, yumdum gözlerimi...
Damlalar yüzümün farklı noktalarına geliyordu,
Her gözüme isabet ettiğinde de göz kapaklarım irkilip daha da yumuluyordu.
Düşündüm sonra, zihnimde değişik kurgular dönmeye başladı.
Yağmur sanki temizlemeye çalışıyordu insanları, uyandırmaya çalışıyordu bu kabustan,
Hatta bazı damlalar, haddini aşarak yüzlerine tükürüyordu insanların.
Bi' şeyleri değiştiremeyeceğini anlayan damlalar geri çekilmişti sanki, dinmişti yağmur.
Yağmurdan kaçan yalnızlığım, yine müsade istemeden geldi oturdu yanıma.
Kimse görmüyordu ama ben hissediyordum O'nu.
Usul usul fısıldıyordu kulağıma sanki; "Seni asla bırakmayacağım."
İçimi bir titreme sardı, kalabalık cadde bile bomboştu aslında, yalnızdı sanki insan.
O anda renklerini kaybetmiş bir tablo gibi hissettim kendimi,
İnsanlar diğer tablolar hakkında yorumlar yapıp, üzerinde konuşuyor,
Bana gelince boğulup, sıkılıp bir diğerine atlıyorlardı...
O an düşündüm ve şunu merak ettim;
"Siyah beyaz olan ben miydim, yoksa onlar mı?"

Devamını Oku

15 Ekim 2012 Pazartesi

"Hayal ve Kırıklığı..."


Araba sürmek bir tutkudur, ama ya arabayı süren kişi zaten senin en büyük tutkunsa?

Hani ölmek üzere olan birinin gözlerinin önünden geçer ya hayatı.
Benimde gözlerimi kapadığımda, hayallerim akıyordu bir bir, oscarlık filmler gibi.

O'nunla yine bir gün oturup hayallerimizden bahsediyoruz.
Benim hallerimin baş kahramanı O, bende O'nunkilerin.
Bir defter edindik, yalnızca biz ve birlikte yapılmış, yada yapılacak her şey yazılı.
Harita aldık birde, gidilmemiş yada daha az gidilmiş yerleri işaretliyoruz.
Sonra birden baktı yüzüme, indi göz bebeklerimden kalbime...
"Bir gün, yalnızca bize ait bir gezimiz olacak,
Ve o işaretlediğimiz her yere tek tek gideceğiz." dedi.
Başta çılgınca gelmişti, güldüm.
Ama gözlerinde ki kararlılık hoşuma gitmişti.
O gün bunları düşünerek daldım uykuya, gülümsedim...
Aradan üç hafta geçti, beni aradı sesi telaşlıydı.
"Sana ihtiyacım var, tamda şuan, yanımda olmana."
Duyunca sığamadım hiç bir yere, "Neredesin?" deyip fırladım yanına hemen.
Oturuyordu öyle, hiçte mutsuz görünmüyordu.
Korktum birden, ve yanına gittim,
Gördüğü anda fırlayıp sarıldı,
Bir süre öyle kaldıktan sonra, gözlerime bakmak için bıraktı beni.
Gülümsedi yine tatlı tatlı, bu gülüşünün anlamını biliyordum.
Yalan söyleyemez bana, bir şeyde saklayamaz.
Hele bu şey, iyi bir şeyse içi içine sığamaz, anlamsız gülmeleri başlar.
"Gene ne yaptın söyle bakayım?" dedim.
Elini cebine attı, hala gülümsüyordu.
"Ne var cebinde, çek elini ben alacağım." diyerek iteledim elini.
Tepkimi merak ederek bakıyordu yüzüme, cebine elimi attım ve...
Gözlerim açıldı, şaşkındım ve aynı zamanda mutlu.
Çıkardım elimi cebinden ve avucumun içinde bi' araba anahtarı duruyordu.
"Sen delimisin, bunu nereden buldun?" dedim.
O, heyecanına yenilip kaçıyordu sorulardan.
"Ver elini seni arabamızla tanıştıracağım." dedi ve beni çekeleyerek arabanın yanına götürdü.
"Vayy canına bu harika bi'şey!" dedim heyecanımı gizlemeye gerek duymadan.
"Şimdi sana yapman gerekenleri söylüyorum, iyi not al o deftere." deyip güldü.
Çıkardım hemen çantadan defteri, kalemin kapağını ağzımla çektim ve yazmaya başladım.
Ben böyle telaşlı ve mutlu olunca dalardı beni izlemeye öylece,
Değişik bir bakış oluşurdu gözlerinde...
Hem imrenek bakardı, hem tutluyla, aşk ve hayallerime karşılık hayalleriyle.
Tanırdım O'nu, ve bilirdim her gülüşünün ve bakışlarının anlamlarını.
Kesmek istemediğimden anladığımı belli etmezdim ama,
O'nu bana öyle baktığını hissettiğimde de, şahit olmak isterdim.
Bakışlarını yakaladığımı hafifletmek için,
"Neden öyle bakıyorsun bana?" derdim gülümseyerek.
O'da yakalandığını belli etmemek için, "Hiç dalmışım öyle, seni izliyordum." derdi.
Beni eve bıraktı sonra, yemek bile yemeden odama geçtim.
O kadar fazla duyguyu aynı anda hissetmiştim ki o gün, deftere aldığım notları hatırlamıyordum bile.
Yüzümdeki gülümsemeler hala devam ediyordu, çıkardım çantadan defteri.
Bir hafta sonra, gezimize çıkacağımızı yazmışım,
"Bunu ne ara yazdım?" diye sorguladım kendimi hemen.
Tamamiyle hazırlanmam uzun sürecekti ama zaten unutacağımdan eminmiş gibi not aldırmıştı.
Madde 3. "Çok fazla eşya alma, ihtiyacımız olmayacak."


Hazırlanma süreci bitti ve o büyük gün geldi.
Kalbim her zamankinden daha farklı atıyordu, tam ben ne yaparız diye düşünürken,
Korna sesiyle yerimden sıçradım ve hemen cama koştum.
Kafasını kaldırmış beni arıyordu gözleri, çantayı kaptığım gibi aşağı koştum.
Direksiyondaydı hala benim geldiğimi görünce kapıyı içeriden açtı,
Elini oturacağım koltuğa iki kez vurarak,
"Buyurunuz efendim, şöförünüz emrinize amade.
Ama ilk önce rüşvetim olan öpücüğümü alayım."
Bunu her söylediğinde, nedense yüzümde çok şapşal bir gülümseme oluşuveriyor.
Öptüm ve çantadan haritayı çıkardım.
Yola koyulmuştuk bile, uçuşan saçlarımı ve haritayı sabitlemeye çalışarak,
Parmaklarıma vuran rüzgarla yönümüzü saptamaya çalışıyorum.
Mutlu olduğumda hep fazla konuşurum ve O sıkılmadan dinler beni.
"Dur, durdur arabayı, şurası nasıl yemek yemek için, bence gayet sıcak görünüyor." dedim.
Mini bir karavan, rengarenk boyanmış ve sahipleri genç bir çift.
Gülümseyerek karşıladılar bizi, bende imrenerek baktım onlara, çok şirin duruyorlardı.
"Bize iki balık ekmek ve yanında da ayran olsun." dedi, gözlerimden onayı alarak.
Biraz manzara karşısında oturup muhabbet ettik genç çiftle ve arabamıza ilerledik.
Aniden hava kararmaya başladı, daha bir sokuldum O'na.
Elimi bırakmayı sevmezdi, o yüzden elimi tutar ve birlikte değiştirirdik vitesi.
"Yakınlarda bir otel olması lazım, nasıl yapalım?" dedi uykumun geldiğini anlayarak.
"Değişik bir şey yapalım mı?" dedim omzunda duran kafamı kaldırmadan.
Devamını getirmemi istermiş gibi baktı yüzüme.
"Haritaya göre şurada bi' tepe varmış, çıkabildiğimiz kadar çıkalım..."
Sözümü bitirmeme gerek bile kalmadan, anladım der gibi kafasını hafif sallayıp gülümsedi.
Hava iyice serinlemişti, arabayı bi' yamacın kenarına çektik ve birbirimizi izlemeye başladık.
Bir süre gözler hiç çekilmedi bir birinden, sarıldı sonra.
Kollarının arasında titreyen beni daha fazla hissetti.
Ne ben bir şey dedim, ne de O.
Sormadı bile, çıkardı ceketini ve üzerime sardı.
Konuşmadan anlaşabilmenin tadına varınca insan, sözleri ziyan etmek istemiyor.
Başımı omuzuna yasladım, bir yandan da kısık seslerle konuşuyorduk bir birimizle...
Huzurla birleşen kokusuyla birlikte, uyuya kalıyorum,
Daha güzel bir sabaha uyanacağımdan emin bir şekilde...

Sonra açılıyor gözlerim aniden, gelmiyor devamı, gelemiyor...
Gerçekleşme ihtimali yüksek olan hayaller, neden zamana karışarak yok oluyor?
Neden aynı rüyayı tekrar tekrar görüyorum?
O hayallerin üzerinden, çok uzun yıllar geçti...
Onca zaman sonra evi toparlarken, yatağın altına sürüklenmiş kutudan çıktı hayallerimiz.
Kutuyu açtım ve sonra defteri, bir kaçını okuyup gülümsedim.
Defter arasına sıkıştırılmış harita, unutulacak kadar göz ardı edilmişti.
Haritayı serdim yere, parmağımla işaretli yerlerin üzerinden geçtim.
Gitmediğimiz bu yerleri hissedebiliyordum, sanki gitmiş gibi.
Durdurmaya çalışmadım yorgun gözlerimden akan yaşları...
Ve mırıldandım zar zor çıkan sesimle;
"Bazı hayaller gerçek olmayı çok fazla hak ediyor..."

Devamını Oku

10 Ekim 2012 Çarşamba

"Seni hissedebiliyorum..."

Uykumda döndüm, sarılmak için elimi yana attım, ama boştu..
Bir anda sıçradım olduğum yerden ve gözlerimle odada O'nu aradım, yoktu...
Sonra hemen diğer odaları gezdim, orada, salondaydı.
Derin bir nefes aldım ve korkuyla atan kalbimin normale dönmesini bekledim.
"Yine kanepe de uyuya kalmış..."
Sürekli uyanıp O'nu kontrol etmek gibi bir alışkanlığım olmaya başladı.
Kaldırmaya kıyamadım, "Üzerine bir şeyler getirsem iyi olacak."
Bir yastık, birde pikeyle geri geldim.
Kafasını hafifçe kaldırarak, yastığı altına iliştirdim,
Ve yavaşça üzerini örttüm...
Tam dönüp gidecekken, arkama baktım.
Uyuyordu öylece, o kadar sevimliydi ki, baş ucuna oturup onu izlemekten kendimi alamadım.
Kirpikleri, burnu, dudakları...
Allah, özene bezene yaratmıştı sanki.
Ellerim saçlarına gitti istemeden, nasılda yumuşak...
Eğilip derin bir nefes aldım saç tellerinin arasında, ve bir öpücük kondurdum.
Bu koku tarif edilemez...
İçimden geçen dua, istemeden kulaklarımın duyacağı kadar sesli döküldü dudaklarımdan...
"Allah'ım, bu varlığı bana nasip ettiğin için, sana binlerce kez şükürler olsun."
Kalkıp yerime yattım sonra, O'nu düşünürken uyuya kalmışım.
Sabah yanıma uzandı ve bir öpücük kondurdu yanağıma.
Yüzümde bir gülümsemeyle araladım gözlerimi, karşımda O'nu görünce açıldı sonuna kadar.
Bir öpücükte ben kondurdum, baktım göz bebeklerine uzun uzun...
"Karnım çok acıktı, kahvaltı edecek miyiz?" diye sordu.
"Paşam ister de ben hazırlamaz mıyım?" dedim ve mutfağa geçtim.
Oda peşimde dolanıyor, çeşitli şirinlikler yapıyordu...
"Tut bakayım şu ekmekleri, masaya götür." dedim, sözümü ikiletmedi bile.
Sosis yemeği çok seviyor diye biraz kızarttım, nasıl da yiyor ballandıra ballandıra...
Bitirdikten sonra tabağını götürmesi yok mu, ısırasım geliyor.
"Ne yapalım bugün? Nereye gidelim?" diye sordum.
Hiç düşünmeden, "Sinemaa!" dedi.
Bende O'nu kırar mıyım hiç?
"Hazırlanmak için yirmi dakikan var, gecikirsen gitmeyiz ona göre." dedim.
Anında fırladı gitti, sanki gideceğimizden eminmiş gibi, hazırlamış her şeyini.
Film seçimini O'na bıraktım, nede olsa bugün O'nun günüydü.
Patlamış mısır olmadan izleyemiyor filmini, aldık O'na kadar, girdik salona.
Filmin başlamasına beş dakika kalmıştı ama mısırını neredeyse bitirecekti.
Neyse ki film başladı, O'nun her kahkahasında çocuklar kadar mutlu oluyordum.
Ve o an bir kez daha anladım ki;
Bu gülümse yüzünden hiç eksik olmasın diye, her şeyi yapabilirdim...
Ben böyle dalmış düşünürken, film bitivermiş.
Tabi dışarı çıktık, dondurma yemeden olur mu?
Oturduk bi' kafeye ve dondurmalarımızı afiyetle yedik.
"Saatte epey geç olmuş, kalkalım mı hadi?" dedim.
Gözlerimin içine baktı ve gülümseyerek kafasını salladı...
Eve vardığımızda yorulduğu çok belliydi, esnemeleri başlamıştı bile.
"Hadi, elini yüzünü bir yıka, sonra pijamalarını giy ve doğru yatağa." dedim.
Bende o arada üzerimi değiştirdim, koşarak yanıma geldi ve yatağa zıpladı.
Yanıma uzandı ve, "Bana sarılır mısın?" dedi.
"Tabi, gel buraya eşek sıpası seni." deyip sarmaladım sıkıca.

Sonra, yüzüme baktı, hüzünlüydü gözleri...
"Bana O'nu anlatır mısın?" dedi kısık bir sesle.
Gözlerim doldu birden, ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim o an.
Tekrar baktı gözlerime, "İstiyorum lütfen, bana O'ndan bahset anne." dedi.
O'nun gibi bakıyordu gözlerime, gözlerimden akan yaşları gizleyemedim.
Sesim başta çıkmadı ama, anlatmaya çalıştım gücümün yettiğince...
"O, severdi bizi, hemde çok. Gözlerin aynı O'na benziyor mesela, birde saçların..."
Gözüm komidinde duran resmine takıldı, hala bana aşık bakıyordu.
Gitmesi artık o kadar zoruma gitmiyordu da, O'ndan kalana O'nu anlatmak zor geliyordu işte.
Bir hafta sonra tam iki yıl olacaktı, O'nsuz geçen ikinci yılımız.
Ben o kadar derinlere dalmıştım ki, çıktığımda O çoktan uyumuştu...
Kendi kendime mırıldandım sonra,
"Gittin ama, bana bu güzelliği bıraktın. O'nu senin isminle çağırmak içimi sızlatıyor.
Ama ismini her seslenişim de, hala bizimle olduğunu hissedebiliyorum.
Bana böyle bir şey armağan ettiğin için teşekkür ederim..."
Birden belimde bir sıcaklık hissettim, bana sarıldığını hissedebiliyordum.
Göz yaşlarımı sildim ve arkama dönüp gülümsedim.
Burada olduğunu biliyorum, seni hissedebiliyorum...
Yine beni yalnız bırakmadın, geldiğine göre artık huzurla uyuyabilirim...
"İyi geceler kocacım, Seni hala ilk günkü kadar seviyorum..."



( Bu yazı tamamiyle hayal ürünüdür ve aynı zamanda benim en büyük korkularım arasında yer alıyor. Bunları yazmak benim için hiç kolay olmadı. Okuduğunuzda sizde en az benim kadar etkilenirsiniz umarım. Ve eklemek istediğin son bir şey daha var, "Allah bu hikayeyi kimseye yaşatmasın..." )

Devamını Oku

9 Ekim 2012 Salı

Seni Hala Seviyorum...

Geceden kalma bir haldeydim, başım ağrıyordu.
Kulaklarımda da güçlü bir çınlama,
Elbiselerimi bile çıkartmadan uyumuşum.
İçimde öyle bir sıkıntı vardı ki, durduğum yerde durmam imkansızdı sanki...
Pardüsemi alıp dışarı attım kendimi...
Başta temiz havayı ciğerlerime çekince kendimi daha iyi hissettim,
Ama bu sefer de başım iyice dönmeye başladı.
Sonra, devreye kulaklarım girdi...
Gürültülü, etrafta çok fazla gürültü vardı.
Trafikte bir biriyle savaşan arabalar, sanki üzerime kasıtlı sürmek istiyorlarmış gibiydi..
Her korna sesinde, kendimi daha da bi' sarsılmış hissettim, şoktaydım.
Sanki yıllardır dışarı çıkmıyormuş gibi,
Sanki, dünya ben dışarı çıkmadığımdan bu yana, çok değişmişti...
Kendimi oturabileceğim, sakin bir cafeye bıraktım.
Menüyü getiren kız, sanki bir uzaylıyla konuşuyormuş gibi,
Şaşkın ve ürkek bakıyordu gözlerimin içine...
Sakinleşmek ve ayılmak için sert bir kahve söyledim.
Her yudumda zihnim açılıyordu, ve yine her yudumda o ses daha da güçleniyordu...
Duymamaya, umursamamaya çalıştım.

Ama sanki içimdeki biri, benimle iletişime geçmek istiyor gibiydi.
Ve hemen sonrasında kahvemi bitiremeden, masaya parayı bırakıp kalktım.
Yürüyordum ama nereye gideceğim konusunda en ufak bir bilgim yoktu,
Bunun tam aksine bacaklarım nereye gideceğimizden son derece emindi.
Çıkmaz bir sokağa daldım,
Bir ara etraf o kadar sessizleşti ki, bastığım su birikintilerinin sesi,
Beynimin içinde yankılanıyordu.
Sonra birden olduğum yere çakılı kaldım,
Ses o kadar güçlenmişti ki artık, göz bebeklerim dışarı çıkacak gibi hissettim.
Ve ani bir U dönüşüyle, geriye döndüm.
Ayaklarım benden bağımsız koşuyordu, bir şey vardı.
Tanımlayamadığım bir şey,
Ve ben hariç bedenimin her bir hücresi bu şeyden çok fazla emindi.
Caddeler özellikle boşaltılmıştı sanki, tek bir yaşam belirtisi dahi yoktu.
Başlama noktasına gidiyorduk, hissediyordum.
Her bir adımda içimi bir soğukluk hissi kaplıyordu, üşüyordum.
Tanıdık geliyordu geçtiğim yerler, sanki daha önce binlerce sefer geçmiştim buralardan.
Karanlık olmaya başladı ve korkuyordum.
Uğultular netleşmeye başlamıştı, ama hala net olarak ne dediğini anlayamıyordum.
Yaklaştığımı hissediyordum, ve evet, varış noktam...
"Hayırr!" dizlerimin üzerine çöktüm ve topraktan bir parça aldım avuçlarıma, sıcaktı...
Hala inanamıyordum, beynim bunu şiddetle inkar ediyordu, ta ki o taşta ismini görene kadar...
Gücüm tükenmişti, O'na sarılıp yanına uzandım, ve  konuşmaya başladım...
Gözlerimden süzülen yaşlar toprağa her düşüşünde, ruhum temizleniyordu sanki...
Ve yine o ses yükseldi, bu sefer ki çok fazla netti;
"Geleceğini biliyordum, Seni hala seviyorum..."

Devamını Oku

25 Eylül 2012 Salı

Eğlenceli Bir Pazar...

Pazar günlerinin sadece tatil günü olmasından daha fazlasına ihtiyacım var.
Mesela evli olabiliriz seninle, işte o zaman her şey çok farklı olurdu.
Sabah gözümü açarım, yanımda uyuyor olursun.
Tamamen dönerim sana doğru, sırasıyla göz gezdiririm sonra...
Önce gözlerin, burnun, dudakların ve boynun...
Sonra yine dudaklarına odaklanırım, bi' gülümseme beliriverir yüzümde...
Seni uyandırmamak için usulca kalkarım yataktan, pazar günü kim erken uyanmak ister ki?
Direk mutfağa gidip, güzel bi' omlet hazırlarım hemen, tam senin istediğin gibi.
Birde taze sıkılmış portakal suyu, sevdiğini biliyorum...
Yatakta beni göremediğinde evham yaptığını biliyorum,
Yanıma gelmen uzun sürmez, o yüzden hızlı olmalıyım.
Portakalları sıkmak için makineyi açtığımdan etraftaki sesleri işitemem.
Ve sende bunu fırsat bilir birden arkamda belirip, sarılırsın aniden.
Günaydın öpücüğüyle güne başlamak gibisi var mı?
"Elini yüzünü yıka, hemen gel hayatım her şey hazır." deyip öperim sonra seni.
Ardından seninle güzel bi' kahvaltı.
Elinden yemeği seviyorum, tıpkı senin sevdiğin gibi.

Hem biraz şımarsak ne olur ki.
Bugünü tamamen evde geçireceğimize göre, eğlence yaratmalı biraz.
Fotoğraf makinesini çıkar hadi gizlendiği yerden, seni çekmeyi seviyorum.
Sen kaçarsın bende evin dört bi' tarafını dolaşırım peşinden, her anını yakalamak için.
Bana gülümsemeyi seviyorsun da, fotoğraflarda seni gülerken yakalamak zor.
Seni kızdırmaya çalışırken çekip alıyorsun elimden makinayı.
Bende müzik açıyorum hemen, elimede saç fırçamı alıp yatağın üzerine fırlıyorum.
Sesim çok iyi değil ama, amaçta o değil mi zaten?
Çek bütün şapşal hallerimi, baktıkça güleriz.
Yeterince çektikten sonra atlarım kucağına hemen,
Öpeceğim de; "Hayatım sanki sakalların mı çıkmış biraz, batıyorlar."
Tüm gün seni öpmememe dayanamayacağın için traş olmaya gideceksin, biliyorum.
Tabi bende hemen peşinden, köpüğü sürmeni sinsice bekliyor olacağım.
Ve evet, köpüğü yaydıktan sonra hemen devreye girip bi' parça alırım.
Önce burnuna, kazayla da saçına başına gelebilir garantisi yok.
Amacımı anlayıp, traşı bırakarak benimle ilgilendiğinde emelime ulaşmış olacağım.
"Bunu sen istedin, gel buraya!" deyip, hızla çekersin beni kendine ve öpersin.
Köpükler ağızımın kenarına bulaşınca, önce bi' kızarım, sonra gülmeye başlarız...



"Devam et hadi hayatım, izliyorum seni." der traş olmanı beklerim.
Jileti her kaydırdığında gözlerime bakıp gülümsersin,
Bende her gülümsemene bir öpücük yollarım.
İşini bitirdiktan sonra, tabi ki losyonunu ben süreceğim ve yanan yerleri tek tek öpeceğim.
Kucağına alıp "İstikamet, salon marş marş." diyerek kanepeye otururuz.
"Sevgilim sen güzel bir film seç, bende mısırları patlatayım." deyip mutfağa koşarım hemen.
Film konusunda ne kadar karasız olduğunu bildiğimden acele etmeme gerek yok.
Mısırları patlattım ve birazda cipsle salona geri döndüğümde,
Sen muhtemelen filmlerle cebelleşiyor olacaksın.
"Hayatım karar veremedim, şumu olsun yoksa bumu?"
Kapak resimlerine göre karar verdiğimden "Sağdakini koy hayatım." derim hiç düşünmeden.
Film biraz romantik kokabilir ama eğlenceli.
Göğsüne yatarak izlediğim için arada bir uyuyup uyumadığımı kontrol edersin.
Özel bi' yeteneğim var karanlıkta ağzının yolunu hiç şaşırmam mesela.
Önce sana, sonra kendi ağzıma bi' mısır atıp, izlemeye devam ederim.
Film bitince, hakkında kısa yorumlaşır, yatağımıza gitmek için toplanırız.
Ben etrafı toplarken, sende peşimde dolaşırsın,
"Hadi ama, bırak oda kalsın gel hadi." diyerek.
İşimi bitirdikten sonra çekeleyerek götürürsün beni yatağa.
Filmden çektiğin kopyalarla biraz romantikleşirsin, bende hiç bozmam seni...
Sanki yüzümü unutmamak ister gibi dokunursun her bi' noktasına.
Bende sanki uzun süredir hasretmişim gibi çekerim kokunu içime ve öylece uyuya kalırız...

Şimdi söyle, benle hayat bu kadar eğlenceliyken,
Biz birlikte bu kadar muhteşemken, hala neden ayrı uyuyoruz?


Devamını Oku

18 Eylül 2012 Salı

Saat 12:00

Soğuktu, mevsimlerden sanırım sonbahar, günlerdense salı yada perşembe...
Ayın kaçı? İşte onu pek anımsayamıyorum.
Ama hatırladığım, gözlerimin önünden akan hızlı bir cisim,
Ellerim, sanki göğsümde duran o koca yumruğu gizlemek ister gibi kavramıştı gömleğimin yakasını...
Saçlarım, o kadar değişik şekiller çiziyordu ki rüzgarın şiddetiyle,
Dağınık, ve bir o kadarda güçsüz görünüyordu...
Dudaklarım, sanki kampüste çok önemli bir projeyi aralıksız sunmuşumda, damağım kurumuş,
Tek bir cümle daha kuramayacak kadar güçsüz düşmüş gibiydi...
Gözlerim, işte onlarda günlerdir, hatta haftalardır kafeinle ayakta duruyormuş gibi,
Çökük ve baygın bakıyorlardı...
...

Olayın olduğu o güne gidelim ve en başa saralım...

Hayatımda biri var, yeni biri, ama tüm eskileri yok edecek kadar güçlü biri...
Sanki ihtiyacım olan herşey içine doğuyormuş gibi.
Canımın sıkıldığını hissedip haber bile vermeden bir film kapıp çalar kapımı.
Ya da yemek yapmaya üşendiğimde bir telefonumla pizza kapıp gelen biri...
Sabahları O'nun uyandırmasına o kadar alışmışım ki, haftalar önce çalar saati duvara fırlatıp kırdım.
Yine böyle bir günde telefonum çaldı ve alışkın olduğum gibi O'nun tarafından uyandırıldım...
"Saat tam 12:00 de her zaman ki yerde seni bekliyor olacağım ve sakın geç kalma."
Dediklerini hiç sorgulamadım ve çok iyi anlamış gibi kalktım yataktan.
Aceleyle bir fincan kahve yapıp, içtim ve kendimi dışarı attım.
Saat 11:15.
Tam kırk beş dakika sonra orada olmam gerekiyordu, O'nun yanında...
Hava hafif rüzgarlı, saçlarımı inatla dağıtmaya çalışan rüzgara meydan okur gibi,
Düzeltiyordum her defasında elimle.
Bulutlara bakılırsa da yağmur yağacak gibi, "Hay aksi şemsiye de almadım."

Saat 11:45.
Muhtemelen o gelmiştir ve bende on beş dakika sonra yanında olacağım.
Sonra birden aklıma geldi, "Bu saatte o çalışmıyor muydu?
Bu kadar önemli ne olmuş olabilirdi ki, "Neden apar topar çağırdı beni?"
Bedenimi sıcak bir sıvı kapladı, sonra birden soğudu, üşüyordum...
Evet orada, arkası dönük telaşlı bir şekilde önce saatine bakıyor, sonra etrafına...
Beni sabırsızlıkla beklediği çok açık, olduğum yerde durdum aniden.
İçimden bir ses "Gitme!" diyor, "Tek bir adım daha atma, geri dön!"
Normalde iç güdülerimi dinlememe rağmen, O ağır basıyor ve gidiyorum yanına...
Ben tam sarılacak gibi eğilirken, çekiyor kendini geri ve bir yabancı gibi yalnızca "Merhaba" diyor.
İşte o an anlıyorum, içimde esen o soğuk rüzgarı hissedebiliyordum,
Ve beynimin içinde ki o haykıran ses, onu dinlemeliydim, anlıyorum...
"Bir yerlerde oturup konuşabilir miyiz? Sana anlatmam gereken şeyler var."  diyor.
Saat, durdu hatta zaman kavramı yok oldu benim için, etrafımızda dolanan herkes donuk sanki.
Hareket etmiyorlar, konuşmuyorlar...
Kulaklarıma gelen tek şeyse O'nun sesinin uğultuyla karışmış hali...
Bu yüzden dediklerini hatırlamıyorum bile, yalnızca şu dönüyor plak gibi, tekrar ve tekrar...
"Ben artık bunu yapabileceğimi sanmıyorum."
Neyi yapıyordu ki, ve artık neyi yapamayacağını anladı?
Kendimi birden çok sıkıcı bir filmdeymişim gibi hissettim,
Gelişme bölümünü hemen atlayıp sona sarıyordum, sonuma...
...

İşte tamda buradan başlamıştık dimi?
Gözümün önünde ki o cisim, henüz hızını kesmeyip ilerleyen bir tren...
Haftalardır yaşadığım o mutluluk, vedalaştığım O kişi...
Yaşanılanlar gözlerimin önünden hızla geçiyordu tren gibi...

Bana söyledikleri gerçek olabilir miydi?

Dediğine göre O'na senin adınla sesleniyor muşum.
Bir sevgiliye bakar gibi bakıyor, O'na garip gelen hareketlerde bulunuyormuşum.
Bir müddet şaka yapıyorum sanmış.
Sonra bana saatten bahsetti. Senin bende bırakıp gittiğin,
Ne yapacağımı bilemeyip O'na hediye ettiğim.

Neden kordonuna bizim adımızı yazdırdığını söylememiştin ki?

İnkar ettiğimde saati elime tutuşturup gösterdi. Sesi ve elleri titriyordu.
Bir doktora görünmemi tavsiye etti. Randevu bile almış...

Şimdi aklıma şu soru takıldı:

O'nun adı, senin adın değilse, O'nun adı ne?
Devamını Oku

8 Eylül 2012 Cumartesi

'Hikayenin' Fragmanı..

Yapılamayacak hatalar var hayatta,
Yapmaman gereken hatalar...
Yaparsan mutlu olma olasılığının oldukça düşeceği,
Ve hayatının büyük bir bölümünü kaplayan "pişmanlıkların" olacağı hatalar...
Herkesin ortak 'hatasına' değinmek gerekirse ve bunu tek bir sözcükle açıklamam gerekirse,
Masum görünümlü düşmanları söyleyebilirim, hemde hiç tereddüt etmeden...
"Merhabalar..."
Yargılamıyorum, bu sözü duymayı sen istememiş olabilirsin,
Hatta beklemiyor da olabilirsin...
Ama olur işte, bazen sen dersin bir yabancıya,
Bazen de, bir yabancı söyler sana, o pişmanlık kokan veya kokacak olan o cümleyi...
Sana vereceği zararı en ince ayrıntısına kadar kurgulamış gibi bilinç altında,

Bir gece yarısı gelir ve "Merhaba..." der, evet sadece bu kadar...
İşte bu sözcük sonrası gelen peşi sıra olaylar, hayatını bir anda değiştiriverir...
Başta vücuttaki etkisi, olumludur hatta mutluluk bile salgılayabilir...
Yüzde oluşan anlamsız gülümsemeler,
Mutlu geçirilen geceler ve tabi mutlu uyanmana sebep olurlar...
Tıpkı kötü bir filmin, itina ile hazırlanan ve etkileyici gibi gösterilen fragmanı gibi...
Bir filmi izlerken de önce fragmanına bakmaz mıyız zaten,
O ufacık geçen "açıklama" kısmıyla kimse ilgilenmez...
Bu yüzden de kötü bir filme giriş yaparız, ama verilen paraya ve emeğe yazık olmasın diye de,
Sonuna kadar izlemeye zorlarız kendimizi...
Belki dersin, belki sonu güzel biter de, geldiği gibi gider hayatından...
Ama olmaz! Olmuyor...
Bir film kötü başlıyorsa eğer, kaçışı yok! Mutlaka kötü bitiyor...
Hal böyle olunca da film izlemeye küsüyoruz bir süre,
Gerçekten izlenmeye değer filmleri itiyoruz elimizin tersiyle...
Buraya nasıl geldik bilmiyorum ama,
Bildiğim tek şey; Fragmanına aldanıp film seçmeyin,
Seçmeyin ki; Bir tane kötü film izlediniz diye, diğer tüm filmlere küsmeyin...
Devamını Oku

4 Eylül 2012 Salı

O, Uyurken..





Yanımda uzanıyor öylece,
Göz bebekleri hareket ediyor; hafif hafif, bir sağa bir sola..
Sanki beni arıyor etrafında..
Nefes alışı o kadar sessiz ki; tıpkı bebekler gibi uyuyor..
Bazen kulağımı yaklaştırıyorum burnuna,
Dinliyorum nefes alış verişini..
Tam o anda göğüs kafesi geriliyor, bir yukarı bir aşağı,
Kokumun hepsini içine çekmek ister gibi sanki,
Tüm gücüyle nefes alıp veriyor..
Ya dudakları; o kadar güzel duruyorlar ki, öpmemek imkansız gibi.
Arada bir kıpırdıyor, mırıldanıyor ufak ufak,
Sanırım rüyasında beni görüyor..
Sessizce yanağına yaklaşıp öpmek istiyorum ama,

Bu defa da saçlarım düşüyor yüzüne ve irkiliyor..
"Boynu" işte bir insanın koku merkezi orasıdır.
Boynundan öpmem hoşuna gider hep..
Uyurken ellerini gezdirir birde,
Gözleri kapalı, yoklar elleri etrafı, orada olacağımdan eminmiş gibi..
Yakaladığında ise refleks olarak sıkıca  kendine çekip sarılır,
Gizlice bir şeyler yaptığımda bu beni korkutsa da,
Hep severim O'na verdiğim bu güven duygusunu..
İşte çoğu gece uyanıp, O'nu izlerim öyle sessiz sessiz..
Beni izlerken yakaladığın da ise; "Uykum kaçmıştı hayatım, dalmışım öyle" yalanını söylerim hep..
O'nu uyandırmayışımın nedeni,
Bir daha O'nu asla böyle görememekten korkmak mı?
Yoksa bu anı bozmamak için mi, bilemiyorum..
Bildiğim tek şey ise; bu senaryoyu hiç bıkmadan her gece tekrar tekrar oynayabileceğim..


Devamını Oku

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Büyümek..





Kabul edemediğin ne varsa, şimdi kabullenme vakti,
Evet O vardı ve senindi..
Çok sevdin yalan değil, O'da seni sevdi,
Ama güzel olan her şey biter bir gün, biliyorsun.
O çok sevdiğin çikolatayı düşün, sonsuza kadar mı kaldı seninle?
Hayır, bitti ve sende hiç düşünmeden aldın yenisini,
Çok sevdiğin o şirin anahtarlık,
Ya da ne bileyim özenerek aldığın o ayakkabı,
Onlar da gitti dimi? Biliyorum..
O, artık sana ait değil, zamana karıştı, geçmiş bulaştı üzerine..
Artık istesende gelecekle yıkayamazsın O'nu..
Hala bir şeyler yazıyorsun, dinlediğin müziklerde O'nu arıyorsun,
Romantik filmlerinin kahramanı yapıyorsun,
Ama O'nun bunlardan haberi yok, hayatını yaşıyor.


Sana unut demiyorum ki, unutmak ihanettir..
Kabullen sadece; "O yok ve bir daha asla olmayacak!"
Belki o zaman diner içindeki o anlamsız acı..
Şimdi bırak o okuduğun kitabı elinden, veya o dinlediğin müzik her neyse kapat hemen,
Yazıyorsan eğer hala O'na, bırak o kağıt kalemi elinden,
Ve düşün şimdi; neler yapıyordun O yokken,
Nasıl mutlu oluyordun hatırla,
Mesela yarın sabah erken uyan, en sevdiğin giysilerini giy ve,
Kimseye bir şey söylemeden çık evden,
Yeni yerler keşfet, kısacası O'nsuz yerleri keşfet..
Gülümse birde, yakışıyor sana biliyorum..
Şu uçan kuşu görüyormusun, kimsesiz gibi duruyor ama nasıl özgür ve mutlu..
Çiçek ve çimen kokularınıda es geçmeyelim tabi,
Çek içine biraz da, ciğerlerin bayram etsin..
Bir kaç adım sonra hayatın devam ettiğini,
Sen dursan bile dünyanın dönmeye devam ettiğinin farkına varacaksın..
Tenine değen o güneş ışınları gözlerinde umuda neden olacak,
Tanıdığın o kişileri deneyim diye koy cebine ve yeni insanlar tanı..
Hepsinin hayatında farklı bir renk olduğunu gördüğünde,
Eskilere üzülmeyi bırakıp yeni insanlar tanımak isteyeceksin..
İşte bu düşünceleri uygulayabildiğin anda da "büyüdüğünü" anlayacaksın..

Devamını Oku

23 Ağustos 2012 Perşembe

Cevapsız Sorular..




Seni seven insanları üzdüğün oluyor mu hiç?
Hem de sırf daha fazla üzülmesinler diye..
Onların yerine, O'nların haberi olmadan, yine O'nlar için kendi kendine aldığın kararlar..
"Adalet mi bu?" diye yükseliyor içimden bir ses..
Etrafındakileri mutlu edemeyeceksen, neden varsın?
Yada kendini..
Sahi en son ne zaman gözlerimin içi gülümsemişti?
Ya da en son ne zaman birilerinin gözlerinde gülücüğe sebep oldum?
En son kimden vaz geçemedim ben?
Ya da benden vaz geçemeyen birileri var mı?
Mesela saçımda değişiklik yapsam, kim fark eder?
Yeni bir elbise alsam, "Bu renk sana çok yakışmış, çok güzel görünüyorsun." diyebilir mi biri?
Dışarı çıkmak istediğimde haber vermek istesem, kimi ararım?

Ya da eve geç kalsam, beni biri merak eder mi ki?
Başım dertte olsa ve bir kişiyi arayacak olsam, bu kim olurdu?
Şikayet etsem bile, benimle uzun yolları kim yürür şimdi?
Ayakkabılarım ayağıma vurduğunda, kucağına kim alır?
En önemlisi yanında ağlayabildiğim O tek kişi kim olacak?
Ya da omzuna yaslanıp ağladığımda,
Utanacağımı bildiği için gözlerime bakmadan kim silecek göz yaşlarımı?
Geceleri deliler gibi uykumuz gelmesine rağmen,
Sırf benimle bir dakika daha fazla geçirmek için kal diyebilir mi?
Mesela dayanamayıp sızdığımda, "neden biraz daha kalmadın?" diye kızar mı bana?
Uyandığım da telefonda güzel bir "günaydın" mesajı görebilecek miyim?
En güzel cevabı atmak için dakikalarca düşünebilecek miyim mesela?
O'na kırıldığımda gizlice kapımın önüne gelip, arayıp cama çağırabilir mi beni?
Ve ben tüm kızgınlığıma rağmen gözlerine baktığım anda teslim olabilirmiyim tekrar ve tekrar?
İşte buna benzer, milyarlarca cevapsız soru sorabilirim,
Ama benim asıl aradığım, "soru" değildi ki,
Bütün bu sorulara cevap olacak "O" kişiydi..
Devamını Oku

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Geleceğe Taşan Hayaller..





Seninle tatile çıkmak güzel olurdu..
Belki beraber değil, yaşanan tesadüflerle karşılaşırız orada seninle.
Önce güzel bir sohbet, hafif özlem kokan,
Hemen sonrasında da çılgın ve sadece ikimize ait küçük kaçamak planlar..
Geceleri severim mesela, yalnız değilsem eğer..
Çık gel çekinme, tıklat camımı ufak dokunuşlarla,
Saçlarım bir birine karışmış, gözlerim hala kapalı çıkayım karşına bir anlık sersemlikle,
Seni görünce muhtemelen açılacak o gözlerim fal taşı gibi, bunu biliyoruz.
Hem şaşkın hem de utangaç olduğum zamanlarda burnumdan öpmeni seviyorum.
"Giyin de gel hadi ve sessiz olmayı unutma" diyerek gülümse bana.
-Tamam, belki birazcık sakar olabilirim ama gece yarısı ses çıkaracak kadar da değil-
Diye geçirirken içimden,
Yerde duran ayakkabıya takılıp tökezliyim bir anda,
Yapacaklarımı önceden görüyormuşsun gibi şaşkın yüzüne bakarken,
Senin yüzündeki tek şey tatlı bir tebessüm olsun -bunu seviyorum-
Ne yapacağımızı bilmediğim için, ince ve hafif salaş bir şeyler giyerim,
Saçlarımı da senin sevdiğin gibi yukarıdan dağınık toplarken yanına gelirim,
Yanağımdan öpeceğini sanırken, boynumdan öperek "boynunu öpmeyi seviyorum" diye fısıldarsın kulağıma,
Bu beni biraz utandırır evet ama daha çok mutlu eder.
"Nereye gidiyoruz?" diye sormayacak kadar güvendiğimden, sabırlı olmayı tercih ederim,



Normalde içmesemde; birer kadeh şarapla, sahilde yıldızları seyretmek hoş olurdu..
Belki karanlıkla, denizin birleştiği yere kadar yüzebiliriz giysilerimizle,
Çıktıktan sonra üşürüm ve sarılırsın bana sımsıkı..
Kurumayı beklerken, yıldızları seyre dalarız,
Çocuklar gibi; "şu en parlak olanı benim" deyip sonra da gülüşebiliriz..
Sırt üstü yatmaktan sıkıldığında, bir hamlede bana doğru dönersin,
Sıcak nefesini, yanağımda ve boynumda hissedebilirim,
Önce çok heyecanlansam da, gözlerine bakmayı sevdiğimden bende sana eşlik edip, dönerim.
Nefesimi, havayla temasından bile kıskanıyormuş gibi,
İçine çekersin hemen, sen bıraktığında da ben devam ederim..
Hem bu anı bozmamak için, orada o şekilde günlerce yatmak isterim,
Hem de ağzıma çıkan kalp atışlarımı saklamak için,
Kadehleri almayı bahane ederek ayağa kalkmak..
Sonra kalkmaya karar verir ve kadehlere uzanırım,
Bende o atmosferi dağıtmak için "bir kadeh şarap?" der ve gülümserim..
Utandığım anları hep ölümsüzleştirip, fotoğraf çekmek istediğini biliyorum.
O anda geceyi, güzel bir güne emanet eder doğa,
Bir parlaklık, hafif pembe, kırmızıya dönük belki, bir ışık beliri verir,
Güneş saklanmaktan yorulur ve yukarı doğru çıkar..
İşte tam o anda, ufak bir öpücük süsler dudaklarımızı,
Kızaran yanaklarımda da, güneşi suçlarım hemen..
Gülümse ve kalk ayağa hızla, kararlı bir şekilde uzat elini ve "elini ver!" de.
İşte bu sefer, merak edeyim ne yapacağını..
Motorlardan ve hızdan pek hoşlanmasam da, sen bunu fazlasıyla sevdiğin için,
Tanıdık birinin motorunu alarak gelmiş ol yanıma,
Her ne kadar kızsam da, böyle süprizler yapman hoşuma gidiyor,
Ve tabi ki benim haberim olmadan senaryomuzu yazıp,
Bana sadece oynayacak rol vermeni de seviyorum.
Rüzgarda saçlarımın uçuşmasını sevdiğim için saçlarımı salabilirim..
Ama ayakkabılarımı da çıkarmak istiyorum, heyecanlandığımda avucumun içi nasıl terliyorsa,
Ayaklarımda öyle terliyor çünkü ve ayakkabımın ayağımdan kayıp gitmesini istemiyorum..
Korkuyu da bahane ederek, daha sıkı sarılırım sana,
Yüzümü senin ensene saklayarak, bana çarpan rüzgarlardan sana sığınırım..
Bir yanda deniz kokusu, bir yanda senin o eşsiz kokun dolar, önce burnuma sonra ciğerlerime..
Sonra... sonrası yok işte, bir anda kopuyor sanki film,
Resimler siyah beyaz oluveriyor,
Gözlerimde hafif yaş birikmesi, dudaklarım titrek ve kalp atışlarım hala hızlı,
Kurmaya çalıştığım hayaller sancılı bir şekilde sıkışıveriyor dört duvar arasına..
Aklımda kalan tek kare ise, sanki bir yanı yok olmaya çalışmış ve kırışmış bu fotoğraf..
Devamını Oku

9 Ağustos 2012 Perşembe

Kendini Affetmek..





Hatırlayamayacağım kadar yol yürümek istiyorum,
Geçmişi ve geçmişten gelen her şeyi orada bırakarak, koşmak.
Yüzüme tokat gibi vuran her gerçek, "Bu kadarını da yapmış olamam!" dedirtti.
Kalbim ne ara benden uzaklaştı, ya da ben onun uzaklaşmasına nasıl seyirci kalabildim?
Görünen o ki kendi ellerimle bağışladım..
Peki ben bunca zaman kalbim olmadan nasıl yaşadım?
Kendimi bir saniye bile düşünmeden, başkasını nasıl bu kadar düşünebildim?
Durup düşünmekte yorar mı insanı, yoruyor işte..
Şimdiye kadar ki düşünmediğim, ertelediğim her şey gibi sen de gel durma,
Sor bana "Bunu neden yaptın?" sorularına verecek cesaretim varmış gibi, koş peşimden..
Koşmaktan yorulup gece çökünce, karabasan gibi sar beynimi hadi,
Bunalt beni cevaplarından korktuğum tüm sorularınla..
Sanki ben demişim gibi "Git!" diye sana,
Sorumlu tut yaptığım tüm aptallıklardan,
Küçümse beni hemen şimdi, bir daha yapmamamı sağlasana aptal!
Yapamıyorsun biliyorum, çünkü bana yapma desen hiç bir şey değişmeyecek,
O'nu gördüğünde yine benden önce koşacaksın bunu sende biliyorsun..

Peki o ne yapacak senin için?
Beni düşürdüğün bu durum güldürüyor O'nu farkında bile değilsin..
"Seviyor!" diyorsun, koca bi yalan!
Bizi sürüklediğin her şeyden yine biz sorumluyuz farkında değilmisin?
Bak biz burada konuşurken O uyuyor, çünkü umursamıyor..
Koşmaktan yorulmadık mı sencede?
Durup dinlenme zamanımız gelmedi mi?
Vazgeçmeliyiz O'ndan bunu içinde bir yerde hissettiğini biliyorum,
N'olur sormaktan vaz geç artık O'nu,
İçtiğim o zift gibi kahveler seni kapkara yaptı, beni ise yürüyen bir ölü..
En son ne zaman baktım aynaya biliyorsun di mi?
Yüzümde aptal bir gülümseme vardı hani,
Sen de sanki kilometrelerce koşmuş gibi hızlanmıştın..
İşte o olay dün yaşanmadı, yıllar önceydi bunu anlamıyorsun, anlamak istemiyorsun..
Kabullenebilsen belki, azad edebilirsin ikimizide,
Ben tekrar uykuya dalmayı özledim, kahvaltı yapmayı ve gezmeyi..
Ama bunları seninle yapmayı özledim,
Beni bir daha bırakıp gitme kimseye..
O'nlarda zaten bir tane var, sen fazlalıksın ve kırıyorlar seni, harcıyorlar..
Sana kimse benim gibi bakamaz ki,
Hem ben ne yaparım sensiz?
Hadi tut elimden şimdi, kaldır tekrar ayağa bizi..
Biliyorum, eğer ikimizde istersek başarabiliriz!
Ben aldığın tüm kararlar ve yaptığın tüm aptallıklar için affettim seni..
Ama bu illetten kurtulmak için, bunu seninde yapman gerekiyor..
Sen de affedebilir misin beni?


Devamını Oku

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Tebrikler..

Yok olmak istediğin anlar olur hayatında.
"Keşke yerin dibine girsem de şu anı görmesem."
Ya da "Keşke ölseydim de bu günleri görmeseydim." dediğin.
Ama tabi "görmeseydim" dediğin ne varsa görürsün,
Dakika dakika hatta saniye saniye...
Ruhun acı çeker, kurtulup gitmek ister,
Ama bedenin bilir bunu yapamayacağını,
Verilmiş sözlerinin olduğunu,
Ve yukarıdan haber gelene kadar da o sözün tutulması gerektiğini..
Bu olayın gerçekleşmesi için o kadar çok şey yaşarsın ki,
Her defasında dediğin tek şey "Yeter artık!" olur.
Ama hayat sana adeta "Yetmez!" diye haykırır her seferinde.

Hayat tanımasın istersin artık seni.
Belki, belki yüzünü görmezse anlayamaz kim olduğunu ve teğet geçer seni.
Çıkartırsın daha önce kullanmaya hiç gerek duymadığın maskelerinden birini,
Hmm.. bu maskenin adı da "umursamaz" olsun.
Bu maskeyle hayat seni artık tanıyamaz, hatta sevdiklerin bile tanımakta zorlanacak.
Yanına fazla gelmeyecekler..
Gündüzleri itina ile taktığın o maskeyi, geceleri hıçkıra hıçkıra söker atarsın yüzünden.
Aynaya bakarsın sonra, asıl bu benim dersin, işte ben buyum.
Küvete doldurursun suyu ve girersin elbiselerinle içine,
Arada bir nefesini tutup dalarsın suya.
Etraftaki tüm seslerin uğultuya dönüştüğünü fark edersin,
Nefesinin tükendiğini hissettiğin an sıçrayarak çıkarsın,
Ve şöyle dersin "Tebrikler! Saklanarak yaşanacak bir gün daha bıraktın geride..."
Devamını Oku

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Mutlu bir son (belki)..

Seni hatırlamak için harcadığım çabayı özlemeli miyim?
Her köşe başından bir anda çıkıp "süpriz" diyecekmişsin gibi hala,
Belki filmlerde ki gibi, aynı markette alışveriş yaparız,
Tam reyon bitiminden çıkarken, arabalarımız çarpışır.
Senin yüzünde, hafif bir gülümseme belirir,
Ben ise, anlamadan dinlemeden sinirlenirim,
Kafamı kaldırdığımda, seni görürüm ve geçer o anlamsız tepkim.
Ya da şemsiye almayı unuttuğumuz bir günde, yağmur yağar..
Aynı taksiyi durdurup bineriz.
Olamaz mı yani?
Ya da, cafe de otururken arkadaşlarımla,
Orada olduğumdan habersiz, sende gelirsin.
Elimde her zamanki içtiğim kahvemle, masama geçecekken,
Sana çarparım ve dökülür üzerine ama kızma olur mu?

Dur dur yada en iyisi bu..
Sabah, anlamadığımız bir enerjiyle uyanalım,
Rolümüzü çok iyi ezberlemiş gibi sanki,
En güzel kıyafetlerini giy, bende öyle yapacağım ve çık evden.
Durakta beklerken, aklına geleyim sebepsizce,
Beklediğin otobüs gelsin ve bin ona ama hala anlam vereme, nereye gidiyorum?, ne yapıyorum ben?..
Kendini, şehir kütüphanesinin önünde bul ve gir içeri..
Her zaman okumak istediğin ama vakit bulamadığın kitabı aramaya koyul sonra,
Ben de, o sırada zaten kitap arıyor olacağım..
Tam istediğim o kalın kitabı uzanıp alayım,
Arkasında öylece, sen bana bakıyor ol..
Yani, her şekilde mutlu bir son(umuz) olsun..
Bunların hepsi, filmlerden alıntı olabilir..
Gerçekle ilgisi olmaya da bilir ama..
Mutlu sonları seviyorum ve hikayemiz böyle sonuçlanmamalıydı..

Devamını Oku

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Sahi sen var mıydın?

Gök yüzü daha mı parlak bu gün?
Güneş hiç değmediği bir açıyla değiyor tenime sanki..
Gözlerim kamaşıyor ama nedense şikayetçi de değilim.
Sahi neden kamaşıyor gözlerim, geldiğim yer çok mu karanlıktı?
Düşünüyorum, fakat hiç bir şey hatırlayamıyorum..
'Hatırlamak' istemiyorum demek daha mı iyi olurdu acaba?
Bilemiyorum..
Oda ne? Göğüs kafesimi şişiren bir şeyler oluyor..
Hımm ne diyorlardı buna? Hıh buldum 'nefes almak'..
Nefes almanın verdiği haz bu kadar güzel miydi?
Peki ben, neden daha önce almadım bundan?
Kimden, nerden alınıyordu ki bu şey?
Beni bundan esirgiyeni bulup haddini bildirmeli miyim?
Yok yok, gerek yok, ya tekrar kaybedersem..
Kaybedersem demişken, ben bunlara daha önce sahip miydim yani?
Eğer daha önce de oluyorsa, neden hatırlayamıyorum?
Hatırlayamayacağım kadar eskilerde olduğu için mi?
Oda ne? Çarşafım neden o kadar dağılmış?
Sanki, yatağımda büyük savaşlar olmuş gibi..
Sanki yatağım, her zamankinden daha fazla yük taşımış gibi..
Peki ya yastığım? Rengi pembe değil miydi?
O siyah lekelerde neyin nesi?
Neyse bütün bu soruları boş verip yüzümü yıkasam iyi olacak..
Aynamı özlemişim.. Sahi, en son ne zaman sende kendimi görmüştüm?

Ama o gördüğüm ben miyim?
Göz torbalarım, ne ara bu kadar büyümüş?
Peki, gözümden akmış ve kurumuş o siyah lekeler?
Hatırladım..Yastığımda olan lekelere benziyorlar..
Saçlarım..Uzun, düz ve kahve rengi, belime kadar olan saçlarım..
Neden bu kadar dağınık ki? Oysa, her gece yatmadan önce düzenler ve bakımını yapardım..
Dişlerim mi sararmış benim? Ufacık bir leke yapışınca fırçaya koşan benim mi?
Bu olanlarda bir gariplik var..
Beni kim bu hale getirdi? Bu kişi ben değilim..
Ne zamandır uyuyordum ben?
Etrafta kimselerde yok, neden kimse bana yardım etmiyor?
Sahi, ben neden konuşmuyorum? Her şeyi neden iç sesim söylüyor ki?
Hımm, bu ses bana mı ait yani? Neden çatallanmış?
Sanki yıllardır konuşmuyor gibi, konuşmayı unutmuş gibiyim, ne garip..
Bir de sen vardın sahi... Bak onu da unutmuşum.
Sebep aramak, ne kadar anlamlı artık bilmiyorum ama,
Eğer bir sebep arayacaksam aklıma ilk gelen 'sen' oldun nedense...
Bunca zaman nefesim sanıp içime çektiğim zehir,
Pembe yastığımda gördüğüm o lanet leke, hepsi senmişsin meğer.
Yazık, demek gerçekten körmüşüm bunca zaman.
Ama ruhumu yaşlandıran bu virüsten kurtulmanın zamanı geldi artık ve şimdi,
Tek yapacağım, boğulduğum senden çıkıp daha derin bir nefes almak..
Ve buna, aklımdan seni atarak başlıyorum..
Şimdi gözlerimi kapatıyorum ve düşünüyorum;
Gerçekte hiç yanımda olmayan birinin, varlığındaki hiçlik,
Yokluğunda bana ne kaybettirebilir ki?
Ben bir hiçi kaybettim sadece,
Pek de önemi yokmuş ve sanırım artık bunu demek daha kolay olacak,
"Ben mutluyum ve özgürüm artık" sonsuza kadar hoşçakal...

Devamını Oku

23 Temmuz 2012 Pazartesi

'O' adam..

Rimeli yastığa bulanmış bir kadın hayal edin,
Güneşten korkan, yüzünü saklayan bir kadın..
Elbiselerine, ayakkabılarına düşman,
Yastığıyla ve yorganıyla dost olmuş bir kadın..
Yabancılardan korkan bi kadın düşünün,
Hayatına aniden giren yabancıları..
Ya da daha önceden hayatında olan ama yabancılaşan insanları..
Unutmaktan korkan bir kadın düşünün şimdide,

Kaderine meydan okumak isteyen küçücük bir yürek,
'Unutmak' acısını tatmamak için kendini, bile isteye kandırmak..
Alışmaktan ölürcesine korkan bir kadın düşünün birde,
Önce birine, sonra biriyle o hayata,
Sonra O'nsuzluğa ve O'nsuz bir hayata alışmak..
Vedalardan korkan bir kadın düşünün şimdide,
Veda edemediği için yarım kalan hayatını..
Yine veda edemediği için arkasından bakakaldığı insanları..
Şimdi bütün bunları aynı kadında hayal edin..
Ve katlanamadığı her şeyi omuzlarına yükleyen 'O' adamı.
Devamını Oku

19 Temmuz 2012 Perşembe

'Alışmak' ve 'Unutmak'

Müziği son ses vererek kulaklarıma, başka bir evreni zorluyorum,
Başarabilir miyim? diye bir soru yok aklımda, başarmalıyım..
Radyoyla da anlaşma yapılmış gibi sanki, hep O'na gidiyor parçalar,
"Dur!" demeye çalıştıkça, "Koş!" anlıyor sanki..
Bende kalması için zorladıkça, koşuyor her şey, her şeyim..
Yok olmasından, silinmesinden korktuğum ne varsa imha ettim..
Telefon numaraları, resimler..
Sahi ne çok meşgul ediyormuşsun telefonumu, şimdi anlıyorum..
Her şeyi yok etme isteğim bu defa acı çekmek veya çektirmek için değil,
'Alışmak' ve 'Unutmak' için..
Sen benden çok öndeyken, ben hala geride kalan hayaline bakacağım biliyorum..
Her arkama baktığımda, başka bir duvara toslayacağım,


Çünkü, arkamda duran 'sen' ve 'ben' biz olamıycaz tekrar,
Yeni yeni anlıyorum, aptallığıma ver..
Sesli söylenmeyen herşeyi yok sayıyorum, belkide kabullenmekten korkuyorum..
Şimdi ise her şey inadına yapar gibi, feryat figan bağırıyor karşımda,
Geçmişim, geleceğim, aynalar, sen ve en sonunda da ben..
En son olarak da..
Hayallerimi nereye gömsem, bilemiyorum..
Elimde kürek dolanıyorum,
Hala onları gömmek için güzel bir yer arıyor olmak, garip değil mi?
Senin bir çırpıda atıverdiğin, önemsemediğin geçmişi, geçmişimizi..
Ben kıyamayıp, ellerimde ordan oraya dolandırıyorum..
"Hah! Burası iyi gibi.." diyorum, tam eğilip gömücekken yine bin bir bahaneyle,
Kalkıyorum dizlerimin üzerinden..
Şimdi anladım nereye gömmem gerektiğini,
Anladım nereye gömersem, bir daha asla gelmeyeceğini..
Senden biraz kopya çektim ama ne olur kızma olur mu?
Kalbimden en uzak olabilecek yere gömüyorum şimdi seni,
Beynime..
Hiç acele etmeden, önce geçmişimi, sonra geleceğe dair tüm hayallerimi..
Devamını Oku