22 Aralık 2013 Pazar

İstiyorum...

Yine uzadı geceler...
Saat takılı kalmış gibi sanki, geçmek bilmiyor.
Karşıma ilk çıktığın an geldi aklıma, gülümsedim.
Hesaplayamamıştık böyle olacağını.
Sorular yıpratıyor bizi biliyorum.
O yüzden olabildiğince az soru soruyorum.
Ama düşünmeden de edemiyorum,
Bilseydin böyle olacağını, çıkar mıydın karşıma?
Bilseydin eğer, gelir miydin bana yine?
Bana kurduğun ilk cümleleri hatırlıyorum.
Daha ilk cümlenden bile güven kokuyordun.
Sakinliğin benim heyecanımı gizlemeye yetiyordu.
Sana hissettiğim çok farklı bi his.
Tarif etmeye çalışırken hayallere daldığım...
Anlatmaya çalışırken, yorulduğum ama bi türlü doğru cümleleri kuramadığım bi his.
İçim yangın yeri sanki.
İç savaş çıkmış, müdahale dahi edemiyorum.
Kazananın bile kaybedeceği bi savaş bu.
İstiyorum ki sadece benim olsun.
İstiyorum ki, benden başkası O'na haram olsun.
İstiyorum ki, benden başkasına gözleri bi daha asla öyle bakamasın.
Benimle güldüğü gibi kimseyle gülemesin.
Kahrımı bir tek o çeksin ve çektiğini sadece bana çektirsin.
Bağırmak istiyorum sevdiğimi, bilsin herkes.
Bilsin ve on adım uzak dursunlar senden.
Rüyalarına yanımda dal istiyorum.
Gözlerimi açtığımda gözlerini görmeyi,
Sırf sen izle diye uyuyormuş taklidi yapmak istiyorum.
Benimle sarılarak uyur musun?
İmkansızı istemek aptallık belki ama suç değil.
İstiyorum.
Seni istiyorum...
Yanımda olmanı istiyorum...
Gitme, hep benimle kal istiyorum...
Sadece bana gel istiyorum...
Ya ötesi yok işte, ben seni hayatımda istiyorum...

Devamını Oku

12 Aralık 2013 Perşembe

Harita'm

Hadi gel de yaz şimdi.
Hadi gel de sevdiğini söyle O'na.
Hadi sen gel de, istediğin hayatı O'nunla yaşa bakalım, yapamazsın.
Ben yapamadım, olmadı.
Aldığım, verdiğim nefesin O'na ait olduğunu bildiğim halde yapamadım hemde.
Çok şey isteyebilirdim, seven insanların buna hakları vardır dimi?
Ama isteyemiyordum.
Benim istediklerim O'nun canını yakacak şeylerdi.
Benim haklarım, O'na haksızlık olacaktı.
Her ilişkide yapılan fedakarlık farklıdır.
Bende O'na kendimden fedakarlık etmiştim.
İstediğim, hatta hakkım olan her şeyi bir kenara bırakıp,
Yalnızca yanında olmayı seçmiştim.
Nefesini almak, kokusunu duymak, hissetmek.
Sarılmak böyle sıkı sıkı, doyasıya...
Elleri, daha önce hiç kimseden hissetmediğim kadar güven verici.
Kokusu, huzur kokan bi parfümdü sanki, kimsede olmayan.
Gülüşü, bütün umutsuz düşüncelerimi yenebilecek kadar güçlü.
Ya gözleri...
Daha önce görmediğim kadar derin,
Hem acı kokuyor, hem sonsuz mutluluk.
Rüzgarı beni kendine çekiyor, kurtulamıyorum.
İşin garibi karşıda koymuyorum...
Gözlerine bir saniye daha fazla bakabilmek için her fırsatı değerlendiriyor gözlerim.
O mutsuz olduğunda kötü geçiyor günlerim...
Ben kötüysem O'nu gördüğümde iyiye dönüyor birden herşeyim.
Beni acıtan; O'na hiç bir zaman ağız dolusu sevdiğimi söyleyemiycek olmam.
Beni acıtan; O'nu heyecanla kimseye anlatamıycak olmam.
Sanki gizli bi hazine bulmuş gibiyim.
Elime rasgele bi harita geçmiş ve,
O'nu paylaşmamak için haritayı kimseye göstermiyorum.
Sonunda hazine var mı hiç bi bilgim yok.
Ama bu serüveni yaşamak istediğimi çok iyi biliyorum.

Devamını Oku

22 Kasım 2013 Cuma

'Oluruna bırak...'

Hiç olmayacak bi şeyi istedin mi?
Çabalasan bile avuçlarının boş kalacağı bi şey...
Doğru yapayım derken daha beter yanlışa battığın?
'İmkansız' diye bi şey var mı gerçekten?
Senin imkansızın ne mesela?
Herkesi birden mutlu etmek imkansızmış, ben bunu öğrendim.
Bi taraf mutlaka üzülüyormuş.
Ya da iki tarafı mutlu edeyim derken, sen darman duman oluyormuşsun.
Hayatımda ilk defa yazamayacağım bi şey yaşadım.
Ne kalbim,ne ruhum, ne bedenim, ne de kalemim...
Hepsi çaresiz kaldı...
Beynim öyle dolu ki ısınıyor gibi, patlayacak sanıyorum ama yaşıyorum.
Ya kalbim; her şeyin suçlusu da o değil midir zaten?
Bu zamana kadar hep onu dinledim.
Sonu her ne olursa olsun...
Ama bu defa dinlemiyorum, dinleyemiyorum...
Dudakla kalp arasında bi yol var.
Her gün, o yolda bir sürü duygu dolanıyor.
Ama dudaklardan dökülemediği için, kalbime geri akıyor...
'Oluruna bırak...' diyor Sıla...
Dediğini yapıyorum, 'Her neyse geçsin..." diye...
Oluruna bırakıyorum...
Devamını Oku

17 Ekim 2013 Perşembe

Senin gibi...

Hava soğuktu, bulutlar yağmurun habercisiydi ama yağmıyordu.
Tam kamp yapılacak kıvamdaydı yani.
Şöyle yanında her şeyini paylaşabildiğin,
Kahkahalarını kısıtlamadan patlatabileceğin bir adamla hemde.
Ne iyi olurdu dimi ama?
Hazırlık yapmaya gerek yok,
Tüm geceyi konuşarak geçirmeyi planlıyorum çünkü.
Bi şarap, iki kadeh, biraz da atıştırmalık bir şeyler alsak yeterli olur gibi.
"Çakmak almayı unutma, orada ateşi sen yakacaksın hayatım." dedim.
Böyle ufak şeylerde, konuşarak iletişim kurmayız biz.
Ben söylerim, O gülümser.
Çakmağı göstererek, cebine attı.
Bende gülümsedim.
O nereye gideceğimizi iyi biliyor gibiydi, ses çıkarmadım.
Çok geçmeden de gelmiştik zaten.
Oturmak için uzunca bir kütük ayarladıktan sonra, arabadan battaniye getirdi.
Kansızlık yüzünden çok fazla üşüdüğümü bildiğinden,
Ateşi yakana kadar dayanamayacağımı düşünüp hazırlıklı gelmiş.
Sağdan soldan topladığı çalılıklarla ufak çaplı bi ateş yaktı.
Yanımıza yedek odunda stokladıktan sonra yanıma çöktü.
"Eveeett..." dedi.
"Konuşacaklarımızın bölünmesinden hoşlanmadığını biliyorum, o yüzden odunları stokladım merak etme." dedi ve güldü.
Battaniyenin diğer ucunu ona uzattım, iyice yanıma sokuldu.
Konu bir türlü başlamıyordu, biliyordum bi açılsa ikimizde susmayacaktık ama...
Ama işte...
Derken konu öyle yerden dönüp dolaştı ki, geldiği nokta 'evlilikti.'




























Bu konuyu hep, beni korkutmadan açmak istiyordu.
O yüzden, giriş cümlesi hep; "Hayalinde nasıl bir gelinlik var?" oluyordu.
E bi kadına düğününde giyeceği gelinlik soruluyorsa ve bunu soran bir erkekse,
Nasıl karşısında susabilir ki, dimi?
Ben, hep yeni soruyormuşçasına anlatıyor,
O, her defasında ilk kez duyuyormuş gibi dinliyordu.
Arada kaçamak gülümseyişlerimiz oluyordu bu hallerimize,
Ama kendimizi hemen toparlayıp, rollerimize devam ediyorduk.
Garip ama konu fark etmiyordu, O'nunla konuşma duygusu bile beni rahatlatmaya yetiyordu.
Bazen duraksayıp, O'nu izliyordum.
Gözlerinde gördüğüm ben, o kadar farklıydı ki.
Kendi kendime şaşırıyordum.
Dudağının yarısını yukarı kaldırarak, yarım gülüş atıyor ya birde,
Dayanamayıp öpesim geliyordu O'nu oracıkta.
Hele gözleri, kimsede olmayan bir şeydi bu.
Kimse de görmediğim bir şey.
Farklılık vardı ama ne diye sorsan asla cevap veremeyeceğim bir şey.
"Neden sustun?" dedi gülümseyerek.
"Gözlerini kapat." dedim sadece.
"Yine ne geldi aklına, neler peşindesin söyle bakayım." dedi yüzündeki o gülümsemeyle.
Ellerini alıp, yüzüme koydum.
Anlayıp kapadı gözlerini hemen.
Bende ellerimi yüzüne koydum.
"Beni kaybetsen, karanlıkta sadece dokunarak  ben olduğumu hissedebilir miydin?" dedim.
Önce cevap vermedi, tam gözlerimi açacakken konuşmaya başladı.
"Klasik bir cevap gibi gelebilir ama test edebilirsin. Seninleyken bana bir şeyler oluyor. Seni ben değil, kalbim buluyor, hemde her defasında. Yanına geldiğimde farklı atıyor, hissedebiliyorum. Heralde öyle bir durumda dokunmama bile gerek kalmazdı. Kalbim, sen olduğunu ellerimden önce hissederdi." dedi.
Gözlerimi açtım, O zaten beni izliyordu.
Bir şey dememe izin vermeden;
"Şimdi de sen kapa gözlerini." dedi hemen.
"Denizi çok seversin sen, hayal et şimdi; Kumsaldayız, üzerinde o saatlerce anlattığın gelinliğin. Yüksek topuklardan yorulmuş olan ayaklarını kumlara bırakıyorsun. Tabi bende sana eşlik ediyorum. Saçların rüzgarda uçuştukça, kokusu burnuma doluyor sanki. Çocuklar gibi ayaklarınla yerlere bir şeyler yazıyor, dalgalar götürdükçe sinirlenip tekrar yazıyorsun."
Tek gözümü açıp, O'nun anlatırken ki yüzünü izliyordum.

"Bu arada beni izlediğini hissedebiliyorum, hayalde yalnız kaldım. Kapa o gözlerini ve yanıma gel." dedi.
Birden çok kötü suç işlemiş, küçük bir çocuk gibi hissettim kendimi ve hemen gözlerimi kapadım.
"Üşüdüm sanki, sen üşümüyor musun?" dedim.
"Hayır, yaklaş yanıma iyice." dedi ve daha sıkı sarıldı.
Bu, bana sarılması için O'na söylediğim en masum yalandı.
Belki bilerek, belki bilmeyerek; ama her defasında yemi yiyor ve sarılıyordu.
Bu; O'nunla böyle geçen kaçıncı gecemiz bilmiyorum.
Ama bana iyi geliyordu.
Herkesten uzak, yalnız vakit geçirmek...
Yalnızca O'nu hissetmek...
Ve tabi ki; stresten uzak, masum 'hayallerimiz'...

Birden bi titreme geldi ve olduğum yerden sıçradım.
Duygu başımda dikilmiş;
"Kızım iyi ki uyumamak için kahve istemiştin, getirene kadar uyumuşsun, pes yani."
Ayılamamış olacağım ki; "Bi dakika ya, neredeyim ben?" demiş bulundum.
"Ohoo kızım sen uçmuşsun, dur sana kısaca anlatayım. İş yerindeyiz, gece mesaisinde. Yarına yetiştirmemiz gereken bi ton işimiz var ama hanımefendi uyumuş birde üzerine utanmadan rüya görmüş." dedi.
Kafamı çevirip cama baktım hemen.
Son hatırladığım, buharlaşan cama çizdiğim kalpti...
Ama o da neredeyse silinmek üzereydi...
Rüyalarım gibi, hayallerim gibi...
Senin gibi...

Devamını Oku

14 Eylül 2013 Cumartesi

Sarıldı ve...

Bir ilişkiye nasıl başladığın kadar, nasıl bitirdiğinde önemli....
Başlarken vaat ettiklerine dikkat etmeli insan.
Tutamayacağı sözleri vermemeli.
Aşamayacağı engelleri koymamalı önüne.
Fethedemeyeceği kaleye, hiç yaklaşmamalı....

Bundan aylar önceydi.
Hızlı bir adamdı O.
Birden daldı hayatıma, kapı çalmadan.
Öylece, paldır küldür.
Sözleri sihirliydi, beni etkiliyordu.
İçimde kuruyan bi'şeyleri suluyordu fark etmeden.
Belki de fark ediyor ve devam ediyordu, kim bilir.
Yazmam garip bir şekilde rahatsız ediyordu O'nu.
Okumak O'na iyi gelmiyordu belki de.
Sonra O'nu yazmaya başladım.
Aniden oldu, planlamadım.
Ne yazılacak kadar kötü biriydi,
Ne de yaşanacak kadar iyi.
Arafa terk etti beni ve gitti.
Zamansız geldiği yetmezmiş gibi, zamansız gitmişti.
Gitti gitmesine de.
Orada da kalamadı, geri geldi.
"Pişmanım..." diyemedi ağız dolusu ama
Bakamadı da gözlerimin içine uzun uzun.
Gizli gizli bakışmalarımız oldu,
Bir de O'ndan saklamaya çalıştığım gülümsemelerim.
İçimde bir yerlerde hala O'nu seven bi taraf vardı.
Ve ben neden bilinmez, bunu O'na göstermekten korkmuştum.
Sert konuşmalarım ve yüz ifademle oturdum yanında.
Gitmeden önce çalıştığım rolü iyi oynuyordum.
Bir kaç defa bozacak gibi oldum,
Boğazımda yumruklar oluştu, sesim titredi ama
Toparladım...
O bazılarını fark ediyor ve bana soruyordu.
Bense hepsini yalanlıyordum ve O aptal, hepsine inanıyordu.
Gitme vakti gelmişti artık bizim için.
O'na hiç ümit vermeyen tavrım, devam ediyordu.
Ve tabi O'da inanmaya...
İşte perde...


Elimi uzattım tokalaşmak için.
Önce elime, sonra gözlerimin içine bakıyordu.
Hissedebiliyordum, sarılsam küçük bir çocuk gibi kollarımda ağlayacaktı,
Yapmadım...
Tokalaşmak için uzattığım elimi tuttu, bırakmamasından korkuyordum.
Sıktı, sıktı ve sonra birden saldı.
Çektim elimi, bir birimize "Git." diyorduk ama ilk giden taraf olmamak içinde direniyorduk.
"Bunu başarabilmemiz için birden gitmemiz gerekiyor." dedi.
Ve arkasını dönüp gitti, ben hala orada durmuş O'na bakıyordum.
Sonra birden geri döndü ve yanıma geldi.
"Son kez sarılmama izin ver lütfen." dedi.
Hayır dememe fırsat bırakmadan sarıldı ve koşarak gitti.
Şoku orada geçirmemek için arkamı döndüm ve hızlı adımlarla oradan uzaklaştım.
Arkama bakarsam ağlardım, o yüzden kaçtım.
Kulaklığımı taktım ve oradan uzaklaştım...
Bu gece nasıl uyuyacağımı bilmiyorum,
Ama bu günü rüya olarak hatırlayarak uyanmayı istediğimi, çok iyi biliyorum.

Devamını Oku

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Gidiyorum...

Kötüyüm.
Bu duruma geldiğimiz için kötüyüm.
Taviz verdiğim için,
Kendimden ödün verdiğim için kötüyüm.
Kızdığım ama içten içe de hala beklediğim için kötüyüm.
Değmediği halde "Bir umut." dediğim için.
Herkese seni "Mükemmel" anlattığım için kötüyüm.
Olmadığını defalarca hissettirdiğin halde, inatla "Olacak!" dediğim için.
Bana zaman ayırmadığın için en çokta.
Arta kalan zamanlarında geldiğin için.
Ve ben bunları bildiğim halde mutlu olduğum için kötüyüm.
Kötüyüm işte, kötüyüm.
Eksilerinin, artılarından fazla olduğunu anladığımda gidemediğim için kötüyüm.
Düzelmesini beklediğim için belki de.
İçimde ki ve etrafımdaki sesleri susturduğum için kötüyüm.
Ben yerine başkasını tercih ettiğin için kötüyüm.
"Gitme!" deme sakın bana.
Kalmam beni bitirecek.
Kalmam, beni yok edecek.
Kalmam, benim kendime olan saygımı eritecek.
Gidiyorum....
Seni dinlemeden gidiyorum.
Haklı haksız düşünmeden,
Ama hakkımı helal etmeden gidiyorum.
Yansın istiyorum kalbin.
Çek benim gibi istiyorum.
Aslında acı çekmeni değil, yalnızca beni anlamanı istiyorum.
Ama sonra kıyamıyorum.
Gidiyorum işte ya, sadece gidiyorum....
Devamını Oku

9 Ağustos 2013 Cuma

"Sana İnanıyorum..."

"Yine bir mutluluğun daha sonuna geldik." der gibiydi hayat.
Ana haber bültenlerini bi kez daha sundu anlayacağınız.
Anlattı, izletti, verdi veriştirdi.
Bazen güldürdü beni, bazen ağlattı.
Mutsuz etti, yalan yok mutlu da etti ama sonuç itibariyle bitti.
Bitti dediğim, sezon finali falan değil,
Bildiğin final yaptı, hemde direk.
Size anlatmak istediğim konu kafamda çok farklıydı,
Ama buralara girmiş bulunduk.
Konuya dönelim.

Hayatımızda hepimizin çok ağır atlattığı bir acı vardır.
Hani böyle ölüyorum sandığın ama ölmediğin.
Gerçek anlamda hiç ölemediğin ama nefes aldıkça tükendiğin,
Ciğerlerinin büzüştüğü, mide kramplarının sıklaştığı dönemler...
Bom boş yaşadığını sandığın ama kafanın ölümüne dolu olduğu anlar.
Güldüğün ama kimsenin görmediği bi yerde hüngür hüngür ağladığın dönemler.
Tanıdık gelmeye başladı dimi?
Dur devam edeyim de tamamı ile tanı.
Gece kafanı yastığa koyduğunda,
Beyin hücrelerinin tek tek çekiçle eziyorlarmış gibi bi acı,
Kulağından pipetle üfleniyormuş gibi bi sızı.
Kafana poşet geçirilmiş ve ciğerlerin git gide eriyormuş gibi bi daralma.
Eroin bağımlısı birinin ilaç bulamaması gibi bi titreme.
İnsanlar tarafından ölümüne işkence görmüş bir yavru panda kadar çaresiz.
Dünyanın en çirkin insanıymışçasına eve, odana kapanma.
Bunlar yaşamayana abartı örnekler gelebilir.
Ama yaşayanlar bu yazdıklarımı gözleri dola dola okur.
İşte insanlar arasındaki en büyük fark bu.
Sana bi soru sormak istiyorum, bana bunun cevabını verebilir misin?
Sence insanlar henüz yaşamamış olduğu acıları, yaşamışçasına neden düşünemez?
Atıyorum birinin babası öldü.
Onun hissettiği acıyı neden hissedemeyiz?
Bu sorduğum soru çok saçma geldi dimi ilk etapta.
Ama değil.
İnsanlar birilerinin acılarını anlamak için O'nun yaşadığı acıyı yaşaması gerekiyor.
Çünkü yaşamazsa, ona o kadar da büyük bir acıymış gibi gelmiyor.
Hayatının bir döneminde o kadar büyük bir kriz geçirirsin ki,
Kimse seni anlamaz, sana dokunamaz.
Sen o acıyı yalnız aşmak zorundasın,
Yalnız atlatmak...
"Yalnız"...
Çok kötü bir kelime değil mi?
Atlatmış olanlar gülümsüyor şuan,
Atlatma aşamasında olanlar da "Olmuyor" diyor, duyuyorum.
Ama oluyor, olmak zorunda...
Zor ama oluyor.
Bir sabah iyileşmiş olarak uyanıyorsun ama sen farkına bile varmıyorsun.
Sonra başına farklı bi olay geliyor.
Birebir aynısı değil ama oldukça tanıdık.
Vücudunda hala izlerini taşısan da geçtiğini biliyorsun ve diyorsun ki;
"Daha önce de olmuştu, daha kötüsü, daha imkansızı ama geçti... Geçmiş..."
Sen fark etmiyorsun bile ama insanların açtığı yaraları hayat temizliyor.
Hızlı olsun istiyorsun ama hızlı olsa hatırlayacaksın, belki de iyileştiğini anlayacaksın,
Ve izin vermeyeceksin, iyileşmek istemeyeceksin.
İşte o yüzden zaman kavramı var.
O yüzden mutlu anlarında zaman hızlı akar,
O yüzden mutsuz ve umutsuz olduğun anlarda saatler geçmez.
Yukarıda biri var.
Seni izleyen, gören, inkar etsen de koruyan.
Derdi başına sarıyor ve sana diyor ki; dermanı var, ara bul.
Bulursan hayatın yoluna giriyor işte.
Demek istediğim şey;
"Derdini veren dermanını da vermiştir."
Sen yalnızca çok çaresizsin, çok acı çekiyorsun ve göremiyorsun.
Dermanımız bi yerlerde bizim onu bulmamızı bekliyor.
Umutsuzluğa kapılma ve ara olur mu?
Bulacaksın; sen kendine inanmasan da ben sana inanıyorum.

(Yazdığım yazılar arasında ilk defa bunda fotoğraf kullanmadım. Çünkü bunları ifade edebilecek bir fotoğraf olduğunu sanmıyorum.)


Devamını Oku

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Sonra ne yapalım biliyor musun?

Bir gece hayal ediyorum seninle...
Hiç kimsenin olmadığı, bilmediği bir gece.
Saklanır gibi kaçalım herkesten, suçmuş gibi sevmek.
Suçmuş gibi dokunmak sevdiğine.
Suçmuş gibi bakmak gözlerine...
Günah işleyelim anlayacağın...
Karanlıktan korkarım ben bilirsin,
O yüzden kapama ışıkları, açık kalsın.
Sarıl ama bana, yalnız olmadığımı hissettir her dakika..
Masal anlatmayı bilmediğini biliyorum,
Ama ezberle benim için bir tane olur mu?
Yağmur da yağmaz dimi bu havada?
Ya da ne bileyim şimşek falan çakar mı mesela?
Bunları neden sorduğumu merak ediyorsun biliyorum,
Sevmediğim şeyleri seninle sevmeyi istiyorum galiba.
Çok konuşuyorsun.
Her zaman çok konuşurdun, yine konuş.
Seni dinleyeyim pür dikkat.
Gözlerinin içine bakayım hipnotize olmuş gibi.
Gülümseyerek onaylayayım her cümleni.
Uzun uzun konuşalım olur mu?
Hiç susmayalım.
Sonra bir şarkı koy bizim için,
Eşlik edelim ona.
Sesini seviyorum, bana şarkı söyler misin?
"İstek şarkı seçebiliyor muyduk?" sorusunu,
"Tabi ki, bu şarkıları ben kim için söylüyorum şapşal." diye cevapla.
Yorulalım ama uyumayalım.


















Güneşin doğuşunu daha önce biriyle hiç izlememiştim ben.
 "İlk'im olur musun?"
Kalbimin atışları neden hızlandı bu kadar?
Daha önce defalarca tuttun ellerimi oysa, baktın gözlerime.
Bu sefer ki başka sanki...
Böyle kalbimin kanatları var ama uçamıyormuş gibi.
Koşmak isteyen ama yürüteci olmayan bir bebek gibi...
Anlatabildim mi?
Anlamadığını biliyorum, hiç bana anlıyormuş gibi yapma.
İçimde olmasına rağmen ben bile anlayamıyorum çoğu zaman.
Gel istiyorum bana,
Sev istiyorum.
Öp istiyorum.
Özle istiyorum.
Hep yanımda kal, hiç gitme istiyorum.








Bir sabah hayal ediyorum seninle...
Bütün gece uyumamamızın eseri olan acılarımız ile uyandığımız...
Gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şey sen ol.
Öperek iyileştir gözlerimdeki acıyı, tatlı bir tebessüm düşsün yüzüme.
Uykuyu çok sevdiğini biliyorum ama bu birlikte ilk sabahımız,
Benden önce uyanmalısın.
En iyi yaptığın şey menemen biliyorum.
Ben malzemelerini çıkartayım ama sen hazırla olur mu?













Sofrayı ben kurarım,
Sen yeter ki yumurtaları ocağı batırmadan kır.
Bir bardak kayısı suyu,
Senin ki vişneydi, aklımda.
Kayısı ile vişne karışınca tadı ayrı bi güzel oluyor, onuda unutmadım.
Ellerinden yemek yemeği özledim.
Lokmalarımı sayar gibi bak dudaklarıma,
Ama ben hiç rahatsız olmayayım bakışlarından.
Yediğim en güzel yemek olamayabilir ama,
Seninle yediğim her şey gibi buda 'Efsane' olur benim için.
Güneş iyice aydınlatsın bizi bakışların gibi,
Ama acelemiz yok, bütün gün bizim çünkü.
İstediğimiz ama vaktimiz olmayan her şeyi yapalım.
Zamanı düşünmeden bak gözlerime mesela,
En çok sevdiğimiz filmleri izleyelim.
Mısırları patlatırken tencerenin kapağını aç aniden.
Güldür beni her zamanki gibi,
Daha sonra gülümsemelerimden öp.













Sen filmi izle ben seni,
Bakışlarımdan utandığını farkettirmemek için mısırları doldur ağzına.
Kendi senaryolarımızı oynayalım;
Bana hiç bilmediğim maceralarını anlat,
En çok korktuklarımı anlatayım sana.
Seni sevmenin ne kadar doğru olduğunu ispatla her sözünle,
Seni ne kadar çok sevdiğimi anla sessizliklerimde bile.
Sonra huylandığımı bildiğin halde gıcıklık yap; gıdıkla beni,
Kalan son mısırları birbirimize fırlatalım güneş ışıklarını saklarken.
Yine bir başka güzel geceye "Merhaba" diyelim.









Sonra ne yapalım biliyor musun?
Bunlar en vazgeçilmez alışkanlıklarımız olsun.
Sen gündüz ol ben gece, kavuşalım onlar gibi her seferinde.
Her seferinde bir öncekinden daha güzel bir günü geride bırakalım.





Devamını Oku

25 Temmuz 2013 Perşembe

Peki sonra ne mi oldu?

Hayal kurmak idam masası gibi aslında.
Yüzdelerle oynuyorsun.
Kazanamayacağını bile bile "Bir umut." diyorsun...



O, buradaydı.
Yanımda, yanı başımda, hatta tam karşımda...
İzlerdik bir birimizi öyle.
Gülüşlerimizi ezberledik.
Bakışlarımızın anlamlarını.
Ne yaşamış olursam olayım, ellerinden tutunca geçerdi.
Her fırsatı O'na gitmek için kullanırdım.
Yemek yiyiş şeklini, yutkunma sıklığını,
Çaya kaç şeker attığını,
Sigarayı, çakmağı kaçıncı çakış sonrası yaktığını,
İçine çekip o dumanı hapsedişini,
Ve sonra bana çok farklı bi gözle bakışını...
Bunlar gerçekti, güzeldi.
Sonra hayat, "Yeter!" dedi.
"Sana bu kadar mutluluk yeter, verdiklerimi geri alıyorum."
Gitti.
Benden değil ama uzağıma...
"Geleceğim hep." dedi.
"Fark eden bir şey olmayacak, ben hep burada olacağım."
Olmadı.
Aynı şehirde, ayrı düştük sonra.
Bir adımlık yeri; beşe, ona katladık istemeden.
Gün boyu gördüğüm adamı, haftada iki kez görmeye başladım.
Bazen bir.
Hatta bazen hiç...
İlk zamanki özlem kalmamıştı artık aramızda.
Özlemlerimiz alışkanlığa dönmüştü hatta.
Öyle ki, artık bir birimize özlediğimizi bile söylemez olduk.
"Eee sonra ne oldu?" diye soracaksınız biliyorum.
Sıkı durun cevabını veriyorum...


"Hiç bir şey...."




Devamını Oku

11 Haziran 2013 Salı

"Adam..."

"Sevipte söyleyemediğim şarkılar var.
Bir dizesini asla hatırlayamadığım şiirler.
Keşke, keşke o ben olsaydım dediğim hikaye kadınları.
Düşlerim var…
Uyandığımda yalnızca başını hatırladığım,
Ve asla sonuna kadar görmeyi beceremediğim.
Bir adam var düşümde, tam dokunacakken uyandırıldığım.
Bir adam, sonumuzun ne olacağını hiç öğrenemediğim.
Düşümde bir adam var, benim mi bilemediğim.
Bir adam var diyorum,düşünüp düşümden ayrı kaldığım…"

Bu satırlar hepinize tanıdık gelmiştir, Sevgili Sibel Alaş'ın en sevdiğim şarkısı; "Adam"....



Herkesin hayalinde yarattığı bir kahraman vardır.
Boyunu, kilosunu, kaşını, gözünü, dudaklarını...
Ama en çok karakterini, sana davranış şeklini hayal ettiğin biri.
Kimse bilmez ama sen O'nu çok iyi tanırsın.
Kimse anlamaz ama sen O'nun kokusunu çok iyi alırsın.
Gülümseyişini, sana olan bakışını, dokunuşunu ezbere bilirsin.
Birde rüyalar var tabi.
Çoğu insan geceleri daha çok sever,
Kimi uyuyabildiği ve rüya görebildiği için,
Kimi ise, gerçeğe en yakın olan hayalleri, geceleri kurabildiği için...
Ben, her ikisini de yapabildiğim için geceleri daha çok seviyorum.
Bazen; elime kahvemi alıp yayılıyorum koltuğuma,
Bir yudum alıp kapıyorum gözlerimi,
Bir adam var, çok sevdiğim ama bir türlü sevdiğimi söyleyemediğim.
Elimi uzatıyorum ama uzaklaşıyor,
Kahvenin etkisi geçtiği için oldu zannedip bi yudum daha alıyorum,
Yaklaşıyor bana, dudaklarıma...
Elimi uzatsam yok olacak biliyorum, o yüzden hareketsizce O'nu izliyorum.
Kalp atışlarımı hissedip, göğsüme bakıyor,
Gülümsüyor...
Ahh kahve...
Bir yudum daha içiyorum...
Hala yanımda, kokuyor...
Aşk kokuyor...
Ellerini gözlerime yaklaştırıp kapatıyor,
Sonra, yüzümü ezberlemek ister gibi, parmaklarını yüzümde dolaştırıyor.
Tam bi'şey söyleyecekken "Şşhh!" diyor, yutkunuyorum...
Gözlerimi açmadan bir yudum daha alayım istiyorum ama bardağın yolunu bir türlü tutturamıyorum. Dudaklarıma yaklaşıyor, nefes alıp verişini hissediyorum.
Heyecandan  terliyorum, sonra dayanamayıp gözlerimi açıyorum.
Kalbim hala deli gibi çarpıyor...
Sanki, sanki O buradaymış gibi.
Yüzünü asla net göremediğim, ama yıllardır bildiğim tanıdığım adam...
Az önce odamdaydı, yanımda, yanı başımda...
Hayatına biri giriyor ve bu olaylar yok oluyor.
Sanıyorsun ki, O geldiği için yok oldu ama değil.
Bunu; kişi hayatından çıktığında anlıyorsun...
Çünkü; O yine geliyor...
Ama sadece geceleri.
Odana, yanına...
Üzerinden çok zaman geçiyor.

Bir gün; güpegündüz bir koku geliyor burnuna,
Burnunun direği sızlıyor, kalbin hızlı adımlarla senden uzaklaşıyor...
Koku, fazlasıyla tanıdık...
Deli gibi etrafına bakınıyorsun, O kokunun sahibini bulmak istercesine.
Bulamıyorsun...
Sonra yine bir gün, bi gülüş yakalıyor onca kalabalık arasında göz bebeklerin.
Kısılıyor gözlerin, tanıdık geliyor.
Dudaklarına odaklanıyorsun, sonra yavaşça gözlerine çıkıp bir süre de orada kalıyorsun.
Bu O!
Daha önceden hiç tanımadığın, ama aslında çok iyi tanıdığın birini kaybetmekten korkuyorsun birden.
Yanına gidiyorsun, gözlerinin içine bakıyor ve senin kalbin yine koşarak uzaklaşıyor.
"Merhaba."
"Merhaba :)"
İşte asıl hikaye bundan sonra başlıyor.
Çünkü hayallerinde ve rüyalarında O'nunla defalarca merhabalaşıyorsun.
O konuştukça, sen zaten bunların hepsini önceden biliyormuş gibi kafanı sallıyorsun.
O, korkuyor ve anlamıyor ama sen anlıyor ve gülümsüyorsun...
İşte ben, O hayal ettiğim adamın yanımda oluşuna hala inanamıyor ve sorguluyorum.
Öyle ki; bazen durduk yere kendimi çimdikliyor, rüyada olup olmadığımı teyit ediyorum.
O'nun bunlardan haberi bile olmuyor...
Yanımdayken bile özlüyorum, çünkü yılların özlemi birikiyor.
O, şaşırıyor, anlayamıyor ama seviyor...
Dedim ya; O, anlamıyor ve korkuyor ama ben anlıyorum ve gülümsüyorum..."



Devamını Oku

16 Nisan 2013 Salı

"Bekle..."

Falımda üç vakte kadar geleceği iddia edilen biri var...
Diyor ki; bu üç günde olabilir, üç ayda, üç yılda...
Belki de üç asırdır ha, olamaz mı?
Kısaca bekle diyor bana, bekle...
O arada birileri geliyor,
"Kimsin?" diyorum.
"Benim..." diyor...
Heyecanlanıyorum, O geldi diyorum ve açıyorum kapıyı.
Beklediğim o üç vakit doldu, şükürler olsun diyorum ve sarılıyorum.
Şaşırıyor...
Şaşkın gözlerini görüyorum ama, hak verir gibi yalnızca gülümsüyorum...
O kadar güzel karşılanıyor ki rastgele çaldığı bir kapıda, O'da şaşırıyor bu duruma.
"O kadar geldim bari kalayım." dercesine açıyor valizinin tekini...
"Ve nasıl olsa gideceğim." dercesine kapı ağzına bırakıyor diğerini...
Benim bunlardan haberim olmuyor tabi ki...
Gitmemesini dilercesine seviyor, yanımda olduğu her saniye için ise şükrediyorum...
Sonra bir sabah uyanıyorum, karşımdaki sandalyede öylece uyanmamı bekliyor...
Anlıyorum ve susuyorum.
Sormadığı her sorunun cevabını verircesine susuyorum...
O, anlıyor...
Bu hazırlıklar O'na değil...
Ve başkasının boşluğunu doldurmaktan yorulduğu, gözlerinden okunuyor...
Ayaklarının dibinde bavulu duruyor,
Gözleriyle veda edip, kapıyı usulca kapatıyor...
Bir damla göz yaşı süzülüyor gözlerimden ve duymamasını ister gibi mırıldanıyorum...
"Beklediğim o üç vakit gelene kadar, benim daha kaç parçam dağılacak..."

Devamını Oku

31 Mart 2013 Pazar

Desem ki...

Hayatında bazı anlar vardır, tekrar tekrar izlemek istediğin.
Ya da başa sarmak istediğin.
Bazen de o ana dönüp değiştirebilmek istediğin anlar olur.
Yol ne olursa olsun, amaç aynı aslında.
Hepimizin, hayatının bir döneminde mutlu olduğu ama
Aptalca bi nedenden dolayı kaybettiği anlar vardır.
Bazen, sana basit gelen sözcükler, birinin kalbini kanatabilir...
Hayallerini, umutlarını yıkabilir.
Ben, sanırım o dönemlerden birindeyim.
Hayatında fazlaca siyaha alışmış birine diğer renkler hep iddialı gelir.
Renklerden korkar haldeyim.
Sevgisiz kalmış birine yaklaşmak, korkutabilir.
Korkmuş haldeyim.
Köşeye sıkışmışlık hissi, aslında kaçsam kaçabilirim.
Ama kaçmıyorum, istiyorum ama korkuyorum.
Bisiklet sürmek nasıl bi şeydi?
Teoride hatırlıyorum, pratikte becerebilir miyim?
Hiç bilmeyen biri mi daha hızlı öğrenir?
Yoksa bilen ama unutan kişi mi daha hızlı hatırlar?
Emin değilim.
Sanırım gözlüklerimi de yanlış takmışım, hiç bi' şey göremiyorum.
Ama kokusunu alıyorum, güzel kokuyor.
Hissediyorum, içimi ısıtıyor.
Yine de korkuyorum.
Korkularımı anlatsam, dinler mi beni?
Seviyorum ama söylemeye korkuyorum desem, inanır mı?
Yanındayken kalbim deli gibi çarpıyor ama ben sadece yutkunuyorum desem?
Sarılmak istediğim anlarda, düşünerek bile utanıyorum,
O yüzden sürekli önüme bakıyorum desem?
Her şeyden önemlisi, bi kere sarılsan her şey geçer desem, sarılır mı?
Kalbim dudaklarıma söz geçiremiyor diye söyleyemiyorum.
Peki parmaklarımın ne suçu var ki O'nu yazıyorum?
Korkuyorum ama yine de söylüyorum, sanırım ben O'nu seviyorum...

Devamını Oku

21 Şubat 2013 Perşembe

"Nasılsın?"

Ceketini alıp çıkarsın bazen,
Evdeki oksijen yetmezmiş gibi ciğerlerine, dışarıya atarsın kendini.
Kapıdan çıktığın anda derin bir nefes alırsın,
Biraz için de tutup derin derin salarsın dışarı.
Sonra bunu bir kaç kez daha tekrarlarsın.
Burnun temiz havadan yanar ya hani, hemen ardından gözlerin yaşarır,
Etrafı bir kaç saniyelik puslu görürsün.
Gözlerini sıkıca yumup açarsın sonra, dağılsın diye gözlerinde ki yaşlar.
Birde mutlaka, fazla dinlemekten kusmak üzere olduğun bir şarkı olur o anlarında.
Basarsın play tuşuna, verirsin son sesi.
Adımların büyük büyüktür.
Ardına bakmazsın, nereye gittiğini bilmezsin.
Tek bildiğin, "buradan hemen uzaklaşma" dürtüsüdür.
Kararmaya başlamıştır hava, rüzgar saçlarını karıştırır.
Birde; kulağından, burnundan, ağzından hatta,
Gözlerinden bile içeriye girmeye çalışır sanki...
Ellerin ceplerinde atarken büyük adımlarını, üşüme duygun kayboluverir.
Bedenin soğuktan uyuşur, o an biri seni kesse canın yanmaz gibi hissedersin.
Çıkartırsın ellerini ceplerinden, koşmaya başlarsın.
Bacakların uyuşur, etlerin artık soğuktan acımaya başlar, durursun.
Biraz eğilip, ellerinle dizlerini kavrarsın.
Başını aşağı bırakıp, nefesini toplamaya çalışırsın.
Göğüs kafesin gözle görülür şekilde yukarı aşağı inip, çıkar.
Diz kapakların tutamaz bacaklarını bir arada, titremeye başlar.
Sanki bir sert rüzgar esse, çöküp kalacakmışsın hissi oturur içine.
Düşmek istemezsin, doğrulup koşarsın tekrar.
Yeterince uzaklaştığını anladığında,
Oturabileceğin, kimsenin olmadığı bir bank seçersin.
Manzarası mühim değil,
Çünkü zaten o anda etrafta gelişen hiç bir şeyi algılayamazsın.
Yumruklarını sıkarsın, ha birde dişlerini.
Ani bir titreme beliriverir vücudunda, kendini kasığın içindir bu, soğuktan değil.
Bir yandan da kulaklarında şarkı dönmeye devam eder.
Dım dım dırı dırı dım dırımm...
Kaparsın gözlerini sonra, göz kapaklarının altındaki göz bebeğin öyle oynar ki,
Duramaz açarsın, sonra tekrar sımsıkı kapar, yine açarsın.
Kimsenin olmayışı cesaret verir ses tellerine.
Başta mırıldanarak duyulan sesin, yükselir.
İnsanlar neden mutluymuş gibi rol yapar?
Acılar; neden her duyulduğunda, içi oyulurcasına yargılanır?
Neden sevgisiz yaşar insanlar mesela?
Neden sevmeyiz bir birimizi?
Neden kolay bunca şey varken, zor olanı seçip uçurumdan atlarız?
Bu soruların cevabını bulabilirsen, bana da söyle.
Birde insanlar birilerinin derdine çare olmak için soru sormazlar.
"Nasılsın?" Sorusuna, "Kötüyüm." diyene rastladınız mı hiç?
Ben rastlamadım.
Bu tarz soruların ezberletilmiş cevapları olur.
Mesela;
+ "Nasılsın?" -"İyiyim."
+ "Günün nasıl geçti?" - "İyi." gibi.
İyi değil belki, çok kötü geçti.
Kötü dese biliyor bi' şey yapmayacak ya da yapamayacak.
O yüzden "İyi" deyip çıkıyor işin içinden.
Çünkü yanındaymış gibi yapan insanlardan sıkılmış.
Çünkü, o an yalnız kalmak, kafasını dinlemek ve konuşmayı daha fazla uzatmamak istemiş.
İşte tam da buraya gelecektik.
Bazı insanlar soru-cevap oynamayı seviyor yalnızca.
Senin nasıl olduğun aslında O'nun umurunda değil.
Hayır deme.
Çünkü eğer gerçekten seni önemsiyor olsaydı,
Senin duruşundan, bakışından, konuşmandan, durgunluğundan,
Yalancı tebessümlerinden,
Hatta laf arasında söylenmiş "İyiyim." lafından anlardı kötü olduğunu.
Çünkü sevseydi, seni senden daha iyi tanırdı.
Ama O, yalnızca "ilgileniyormuş gibi" yapıyor.
İşte sen, artık bunları kolayca anlayabildiğinden, umursamazsın.
Bağırıp, koşmaların epey yorduğundan eve dönmek için bir otobüse atlarsın belki.
En arka, sol köşe ideal.
Hafif kayarsın koltuktan, dizini önünde duran demire yaslarsın.
Kafanı cama koyup yumarsın gözlerini.
Bu arada şarkı hala kulaklarında dönmektedir.
Durağa geldiğinde inersin ve eve doğru ilerlersin.
Tam kapının önüne geldiğinde, üzerine çeki düzen verip, saçlarını ellerinle düzeltirsin.
Ha bir de gözlerinin altını parmak uçlarınla sildirirsin.
Anahtarı döndürüp, kapıyı açarsın.
İçeri girdiğinde evde ki herkes kendi halindedir.
Belki yokluğunu bile geldiğinde anlarlar.
"Haa sen mi geldin?" diye bi soru yükselir.
Cevap verecek halde değilsindir, gülümsemeye çalışarak kafanı sallarsın..
Hemen ardından bir soru daha.
"İyi misin?"
Ağzına gelir cümleler ama hiç biri kulağa mantıklı gelmeyeceğinden,
Gelse bile uzun uzadıya cevaplar veremeyeceğinden, yutkunursun.
Ve herkese ezberletilmiş klasik cevabı söyler dudakların; "İyiyim."
Devamını Oku

9 Şubat 2013 Cumartesi

Mum Kokusu...

Mumun, söndükten sonra yayılan o kokusunu seveniniz var mı?
Saçma gelebilir ama ben seviyorum.
Mumla ne yaptığımı merak edecek olursanız,
Yalnızca hoşuma gidiyor.
Mum ışığında yalnızca yemek yenilmez ki, dimi?
Mesela; mum ışığında çok güzel hayaller kurulabilir.
Sonraa, yine mum ışığında çok keyifli kitap okunabilir.
Birde yalnızca izlemek için yakılabilir mumlar.
Çekmeceni açar ve bir mum çıkarırsın yerinden.
Yavaş adımlarla yürür ve ışığın düğmesini ufak bir dokunuşla kapar,
Ezberlediğin yoldan geri dönersin.
Ben mesela yatağımda vakit geçirmeyi sevdiğimden, yatağa uzanırım öylece.
Özenle mumu yerleştirir, çakmağı çakarım.
İlk seferde çakmağı yakabilenlerden olamadım hiç.
O yüzden ikinciye tekrar çakarım ve yanar çakmağım.
Etraf aydınlanır önce,
Çakmağımın izin verdiği kadar görebilirim etraftaki ezberlediğim her objeyi.
Parmağım hafiften yanmaya başladığında, hatırlarım mumu yakmam gerektiğini,
Muma doğru yaklaştırırım ateşi usulca ve mum yanar.
Karanlık bir tünelde ki, ufacık ışığım gibi mumlar.
Beni aydınlatıyor, belki bir adım önümü de ama ilerisini değil.
Ürkek biraz da, üşümek istemiyor.
Kendini tehlikede hissettiği an, mahrum bırakıyor beni ışığından, sönüveriyor.


O yüzden kapı ve camların kapalı olduğundan emin olduğumda,
Misafir ediyorum mumu.
Bir çok insandan daha iyi dinleyebiliyor beni, anlatıyorum.

Konuşuyorum, dinliyor.
Beni, yalnızca dinliyor.
Hayallerimi kucaklıyoruz birlikte,
Yeni keşfettiğim bir müziği dinliyoruz belki.
Ya da kağıt ve kalemi de alıp aramıza, okey oynuyoruz.
Zamanı almadığımız için aramıza, sinirleniyor.
Akıp gidiyor yanımızdan.
Ama giderken mumu da götürüyor.
Gözlerimin önünde eriyor, arta kalan parçaları üst üste yığılıyor.
"Dur!" demek istiyorum, "Daha konuşacağımız çok şey vardı, gitme..."
Kalamam der gibi dalgalanıyor ateşi, damla damla eriyor.
Sanki ağlar gibi, dayanamıyorum.
Bir nefesimle kaybolacağını biliyorum ama yapamıyorum.
Gözlerime bakıyor, eriyor.
Yarım kalan hayallerimi döküyorum önüme, kapıyorum gözlerimi.
Derin bir nefes alıyorum sonra; "püfff".
Açtığımda her yer karanlık.
Bir koku var, tarif edilemez.
Ciğerlerimin neredeyse bağımlı olduğu bir koku.
Dolduruyorum içime o kokuyu.
Aslında o, yalnızca mumun kokusu değildi, biliyorum.
Hayallerimle birlikte yanan mumun kokusuydu.
Dudaklarım gülümsüyor çaktırmadan.
Zamanın duymasından korkarcasına eğiliyorum bitmiş muma doğru.
Kulağına fısıldar gibi sessiz sessiz konuşuyorum;
"Bir sonraki gece görüşmek üzere..."

Devamını Oku

21 Ocak 2013 Pazartesi

"Özledim işte..."

Bazen sadece yazarsın. Ne aşkı, ne acıyı, ne de ayrılığı. Boş konuşmaların gibi, boş boş yazarsın, hiç bir anlam yüklemeden. Koca koca heybetli kasalar gibi şimdi kurduğum tüm cümleler, ilk bakışta hepsi anlamlı, derin ama biraz yanaşınca, düşününce etraflı, tüm o kasaların boş olduğunu görüyorsun bir bir. Ya müzikler, notalar, o eşsiz melodiler... Ruhuna iyi mi geliyor, yoksa yalnızlığını sana daha mı çok hatırlatıyor bilemezsin ama yine de, o notalara sığınırsın. Bir kaç saniyeliğine buradan, tam da şuan ki bulunduğun noktadan ayrılmak, kopmak için. Ne kadar yüksek ses verirsen, o kadar işler sanki içine, tıpkı bi spatula gibi, kazır içini oyuklar açar, anlamazsın. Gerçeklerin ne kadar canını yaktığı anladığından mı bilinmez, hayaller daha bi yakın gelir sana, en azından hala sıcaklar. En azından gözlerini sıkıca yumduğunda hala oradalar... Birini hayal etmek, şöyle etraflıca, gülüşünü, göz kırpışında ki kirpiklerinin dans edişini, yanaklarının yumuşaklığını, sana kusursuz gelen o yüzünün her bir mimiğini...

 Dokunmak, yaklaşmak değil, yalnızca izlemektir amacın. Çünkü bilirsin, elini uzatsan bozulacak o büyü, o kusursuz hayal gerçeğin karanlığında kaybolacak. Gülümsersin, her sanisenin tadını çıkarmak istersin ama zaman dolar, o yüz kaybolmaya başlar. Kalsın istersin, gitmesin. Daha bir şiddetli yumarsın gözlerini ama olmaz. Gözlerin açılır, bir damla yaş süzülür yanağına doğru, gözlerin acımaya başlamıştır ama sen umursamazsın. Çünkü hala tek önemsediğin; o hayalin bir kaç saniye daha seninle olmasıdır. Oksijen yerine karbondioksit çekersin sanki ciğerlerine, böyle acı acı. Ellerin soğuk, gözlerin hala bir noktaya dalmış haldedir, daha hızlı kırparsın gözlerini. Kulaklarının uğultusu geçince dinlediğin müzik netleşir kulaklarında. Tüm o melodiler, sözler kulağından kalbine düşer bir bir.

Bağırmak geçer içinden, haykırabilsen ağız dolusu, geçeceğini bilirsin ama sen dişlerini sıkarak susmayı seçersin. Kendini boş sokaklara vurmak istersin soğuk gecelerde, hiç kimseyi görmezsin onlar da seni görmesin istersin. Derin derin nefesler alarak dışarı bırakırsın nefesini. Soğuk havanın yarattığı nefesinde ki o buhar kütlesi, havaya karışır ve kaybolur. Göz yaşların gözlerinden dökülmeden kurur kalır. Burnun her kokuyu daha bir keskin algılar. Dudakların soğuğun etkisiyle uyuşur, konuşmakta güçlük çekersin. Gerçeğin acı tokatını yiyip eve döndüğünde tüm bunların sebebinin aslında ne olduğunu bilirsin. Kimseye, hatta O'na bile söyleyemediğin tek bir cümle. Sesin, dışarıdan duyulmayacak kadar kısılır ve mırıldanırsın;
"Özledim be, Özledim işte."
Devamını Oku

5 Ocak 2013 Cumartesi

İnsanlar neden gider?

İnsanlar neden gider?
Ya da başka bir şekilde sorayım.
Gelirken bile gideceğini kurarken kafasında, neden birinin hayatına girerler?
Peki ya biz, bir gün gideceklerini bildiğimiz halde, neden alırız onları hayatımıza?
Yok bu soruların cevapları ya da mantıklı değil bilinen cevapların hiç biri.
Hayatta bazı sorular var işte bunlar gibi, cevapları yaratılmamış.
Belki de unutulmuş, es geçilmiş.
Hiç bir cevap oturmaz üzerlerine; kimisi az gelir, kimisi de fazla.

Bazen de öyle cevaplar yakalarsın ki hayatta,
O cevaba uygun bir soru gelmez aklına.
Cevapsız sorular mı daha iyi, yoksa sorulmayı unutulan soruların cevapları mı?
Kafanız karıştı dimi? Benimde.
Hikayenin birde şu boyutu var ki; insanlar hep yalan söyler.
Mesela, gitmeyeceğim derler, yalan.
İyiyim derler, yalan.
Seviyorum da derler, o da yalan.
Sanırım O insanlar ayna karşısında çalışıyorlar derslerini.
Suç bizde değil ki, çok iyi yalan söylüyor şerefsizler.
Ne yapalım biliyor musunuz?
Gelin şöyle savaşsız, yalansız bir hayat kuralım.
Gitmeler olmasın hiç, herkes herkesi sevsin.
Biri ağladığında ağlayalım hepimiz.
Ya da birinin kahkahasını paylaşıp inletelim etrafı.
Acının, yaraların, gitmelerin, gelmelerin olmadığı bir evren?
İnandınız dimi? İnanmayın.
Ben de yalan söyledim.

Devamını Oku

2 Ocak 2013 Çarşamba

Bizim hikayemiz...

Klasik bir öğleden sonraydı, arkadaşları bekletmemek için ders notlarını alelacele toparlayıp sınıftan dışarı çıktım. Hızlı adımlarla çıkışa doğru yürüyordum ki telefonum çaldı, bir elimle dağılmak üzere olan ders notlarını düzene sokmaya çalışırken, diğer elimle de telefonu açıp kulağımla omzumun arasına koyarak konuşmaya çalıştım, daha doğrusu çığıran arkadaşımı dinledim. "Neredesin sen ya, hepimiz seni bekliyoruz." Cevap vermeme gerek bile kalmamıştı, kendimi dışarı attığımda orada bekliyorlardı telefonu kapayıp, "Geldim işte geldim." diyebildim. Sonra hemen;  "Nereye gidiyoruz?" dedim geç kalmışlığımın üzerini örtmek ister gibi. "Şu köşede yeni bir cafe açılmış, nezih bi' yer, çalışanları da çok yakışıklıymış ha." diyerek kıkırdadı.  "Amaan öff, sana da iyi malzeme oluyorum bu ara." diyerek omuz attım. Hava soğuktu, ee ben sigarada içmediğime göre dışarıda oturmam için bi sebep yoktu. "Hava çok soğuk, hiç dışarıda oturamam valla. Sigara içen arkadaşlar nöbetleşe dışarı çıkıversinler." diyerek içeri daldım. Şöyle cam kenarı, yağmurun cama vuruşunu net izleyebileceğim bir masa seçtim ve direkt oturdum. Üç kız, iki erkekten oluşan bi' grubumuz vardı, benim kendime yakın gördüğüm tek kişi ise Melis'ti. Sandalyemi çektim ve O'da yanıma oturdu, defterim biraz ıslanmış gibiydi ama notlar dosyada olduğu için zarar görmemişti. Defteri, içindeki notlar düşmeyecek şekilde düzenleyerek kaloriferin üzerine koydum ve ders notlarını incelemeye devam ettim. O arada garson gelmiş ve ne içeceğimizi sormuş benim hissettiğimse Melisin dirseğinin bel boşluğuma gömülmesiydi. "N'oluyor be?" der gibi baktım gözlerimi açarak. Herkes çoktan siparişini vermiş, garson çocuk ise gözlerini dikmiş bana bakıyordu. 

"Hı, kahve alayım ben bir fincan. Sade olsun lütfen." 
"Geldik şuraya bi' tat ver istersen, kaldır şu notları da iki sohbet edelim."
"Tamam tamam, son olarak şuna da bi bakay..." dememe kalmadan çekti aldı önümden hepsini. Neyse ki kahvelerimizde gelmişti. Muhabbet gittikçe iyiye gidiyordu, gülmekten hepimizin çene kasları gevşemeye başlamıştı ki. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız gibi bir sonraki derse de geç kalmıştık. Hızlı bir şekilde hesabı ödeyip kalktık. Hocadan izin alarak dersine girdik, yeni konulara çoktan giriş yapmışlardı bile. Çantama elimi attığımda dank etti,
 "Allah kahretsin, defterim." 
"N'oldu be, ne sayıklıyorsun? Ne defteri?" 
"Defter defter, ıslandı diye cafe de kaloriferin üzerine koymuştum, aceleyle kalkınca da unutmuşum."
"Hay senin aklına, kızım aşık mısın? Neyse çıkışta bakarız tamam, sakin ol."
İnşallah biri içine açıp bakmamıştır, tüm ders notlarım oradaydı tamam ama ben defteri hiç bir zaman yalnızca defter olarak kullanmam ki. İçinde özel olan küçük not kağıtlarım, aynı zamanda can sıkıntısından karaladığım yazılarla, defter ders notlarından çok sanki bi günlüktü o defter benim için. O ders bana bitmek bilmedi, çıkışta nasıl fırladıysam kendimi cafe de buldum. "Merhaba, biz biraz önce arkadaşlarla şu masa da oturmuştuk, kalorifere ıslanmış olan defterimi kuruması için koymuştum ama unutmuşum. Acaba siz gördünüz mü? Sesimden ne derece heyecanlı olduğum anlaşılıyor olmalıydı ki, adam benimle sakin bir şekilde konuşmaya çalıştı, "Sakin olun, eğer dediğiniz gibi burada unutmuşsanız buluruz. Ben bi' arkadaşlara sorayım, sizde o zamana kadar şurada oturun isterseniz?" Tamam der gibi başımı sallayıp, oturdum sandalyeye. Adam gecikmişti, bir aksilik olduğunu sezdim. İstemsizce sürekli olarak ilk saate bakıp ardından etrafıma bakıyordum ki, adamı gördüm ve direkt olarak ayağa kalktım. Kafasını iki yana sallayarak, "Maalesef hanımefendi, bulamadım." dedi. İçimden bir ses çık git diyordu moralim de düşmüştü zaten. Eve gidene kadar düşündüm, nereye gidebilirdi ki? Umarım biri bulmuştur ve bana vermek için almıştır diye geçiriyordum içimden. Aradan bir kaç gün geçti, defterimden hala bir ses yoktu. Tabi ben bu arada Melisin başının etini yiyordum. Artık bir haftayı geçmişti ve bende ümidi tamamen kesmiştim.

 Sabah uyandım, saate bakmak için yastığımın altında duran telefonumu elime aldım ve tek gözle "1 Mesaj alındı." yazısını gördüm, direkt açtım. "Şeyy merhaba, sen benim henüz kim olduğumu bilmiyorsun ama ben seni çok iyi biliyorum :) Hemen ayağa kalkıp giyinmelisin, zaman kaybetme. Bu arada günaydınn :)"  Şaka mıydı bu? Saate tekrar baktım 10:17. Koşarak yataktan kalktım, ayağımın biri yorgana takıldığı için sendeleyerek Melisin yatağına uçtum. Kız neye uğradığını şaşırdı. "Kızım manyak mısın ya? Saat kaç ne oluyor, rüyanda beni mi gördün yoksa?" diye geyik yapmaya çalıştı ama hiç sırası değildi. "Dalga geçmeyi bırak da uyan, mesaj gelmiş ne yazıyor bir baksana. Sence biri benimle oyun oynuyor olabilir mi?"
"Tamam dur dur panikleme hemen ya, ayılayım önce bi' izin var mı?"
"Öff bi' kerede geyik yapma kızım ya, dur ben giyineyim her ihtimale karşı." -Odaya koştum.-
"Bu arada ne giyeyim ben Melis yaa?"
Sanki bir anda gelişti her şey, dışarı çıktık. Melis her ihtimale karşı yanımda gelecekti ama uzakta duracaktı. Eee, kim olduğunu bilmediği biriyle buluşmaya kim yalnız gider ki? Bir mesaj daha geldi. "Okul kütüphanesine gelmeni istiyorum. Orada seni bir sürpriz bekliyor olacak. Ha bu arada, yalnız gelmelisin ;)"
Okula çağırması iyi bir şeydi, kötü bir niyeti olmadığı da açık. Okul kütüphanesinde en fazla ne yapabilirdi ki?
Mesajı birlikte okuduğumuz için, Melis; "Canım sen yalnız gitmelisin ben buralardayım ama bi'şey sezersem müdahale ederim tamam mı? Sakin olmaya çalış, hadi görüşürüz." diyerek öptü beni. Heyecandan kalbim yerinden çıkacaktı sanki. Kütüphane hep çok kalabalık olurdu ama bu defa bir elin parmağını geçmeyecek sayıda kişi vardı. Kapıdan içeri girecektim ki, kapıdaki nota takıldı gözüm; "Hoş geldin, okları takip et ve 2. aradan ilerle :)" Her geçişimde de notları çıkartıyordum yerinden. İkinci araya girdim, büyük ansiklopedilerin olduğu kısma. Serinin en kalın kitabına iliştirilmiş bir not daha, "Üzerindekiler sana çok yakışmış, her zamankinden daha güzelsin bugün...Sola dön." Bu notu da çıkartıp aldım yerinden ve yüzüm kızarmaya başlamıştı. Sola döndüm ve rafta gözle görülür bir boşluk vardı, oraya doğru ilerledim. Bir not daha... 


"Tam sevdiğin gibi cam kenarı masa ve duvar dibi, oraya oturmalısın. Sürprizin orada seni bekliyor :)" Masaya doğru ilerledim ve kırmızı bir kurdelayla sarılmış bir kutu karşıladı beni. Kurdelanın ucuna iliştirilmiş son notu da çekip aldım. "Geleceğine emindim, paketi açmak için sabırsızlandığını biliyorum. Eee hala neyi bekliyorsun :)" Ani bir refleksle arkamı döndüm, sonra yavaşça etrafıma baktım ama kimse yoktu. Sandalyeyi çekip oturdum ve paketi açtım. Kutunun kapağını kaldırdığımda, şok olmuştum. Kaç gündür yana yakıla aradığın defterim... Defterin üzerinde ki notta şöyle yazıyordu; "Güzel yazıyorsun, okuduğum için bana istediğin kadar kızabilirsin ama bende senin için bir şeyler yazdım ve okumanı istiyorum. Hem böylelikle ödeşmiş de oluruz, ha ne dersin? ;)" 

Hemen defterin sayfalarını çevirdim. Benim yazdığım her nota kendince karşılık vermişti. Kaç saatimi orada o ufak notları okuyarak geçirdiğimi hatırlamıyorum bile. Tam bittiğini sandığımda en uzunu beni bekliyordu. "Pek konuşabilen biri değilim, utangaç olmam biraz dezavantaj ama aradaki farkı yazarak gidermek istedim, umarım işe yaramıştır ;) Seni uzun süredir izliyorum ama karşına çıktığımda sanki yüzüme bakmıyormuşsun gibi hissettiğim için yanından geçip gidiyorum, ee haliyle aramızda hiç konuşma gerçekleşemedi. Bana o kadar büyük çılgınlıklar yaptırdın ki, mesela? desen, cevabım hiç düşünmeden şu olurdu; Müşteri olarak gittiğim cafe de, sırf seninle iletişime geçebilmek için, patronla konuşarak sizin masaya bakmak için garsonluk bile yaptım :) Uzatmak yersiz, eğer bu yazıyı bitirdiğinde beni görmek istersen hikayenin kalanını sana ben anlatmak isterim. Eğer istemezsen sessizce kalkıp gidersin ve bu olanlar hiç yaşanmamış sayabiliriz ama tabi ben ilk şıkkı seçmeni isterdim :) Sanırım yazı bitti, gelmek istersen seni romanların olduğu bölümde bekliyor olacağım :)" 

Kalbim durmuş muydu yoksa hızlı atmaktan uyuşmuş muydu pek anlamadım. Terliyordum sanki durduğum yerde, kalkıp hiç bi'şey olmamış gibi gitsem? Ama merak ediyorum ve yanına gitmekte çok istiyorum, kimdi acaba? Bunları anca yanına giderek öğrenebilirdim, eğer gitmezsem bir daha karşıma da çıkmaz, meraktan da çatlardım. En iyisi derin bir nefes alarak sakinleşmekti. Ayağa kalktım ve ufak adımlarla romanların olduğu bölüme doğru ilerledim. Görünürde kimse yoktu, biraz daha yaklaştım ve arkası dönük orada öylece duruyordu. Yanına yaklaştım ve işaret parmağımla omuzuna iki kez dokundum. Yavaş bir şekilde arkasını döndü ve gülümsedi. Bense heyecandan durmak üzere olan kalbimi susturarak, avucumu açtım ve ellerime bakmasını sağladım. Önce kağıda, sonra gözlerime baktı. Not kağıdını ellerimden yavaşça çekip aldı ve tekrar gözlerime baktı, gülümsedim. Konuşmamıza gerek yoktu, O elimi tuttu ve yüzüme baktı bense heyecanımı saklamak istercesine yalnızca kafamı yavaş bir şekilde yukarı aşağı sallamıştım.

Bazı hikayeleri yalnızca yazarlar yazar ve sonunu istedikleri gibi şekillendirirler. Şimdiye kadar bende aynını yaptım ama bu yazıda yazar yalnızca ben olmak istemiyorum. Bu yazıyı birlikte yazalım istiyorum. Nasıl mı? Ben hayal gücümle üzerime düşen kadarını yazdım, sıra sende! Sende al hayal gücünü, istediğin gibi bir son hayal et hikayeye. Yalnız küçük bir isteğim olacak, hikayemiz mutlu sonla bitsin olur mu? ;)

Devamını Oku