28 Kasım 2012 Çarşamba

Git...




Git...
Uzaklara git...
Benim seni bulamayacağım kadar uzaklara.
Boşta kaldığında,
Canın sıkıldığında,
Yada ne bileyim, birini sevmeye ihtiyacın olduğunda,
Daha doğrusu, sevgiye ihtiyacın olduğunda,
Gelemeyeceğin kadar uzaklara git...
Benim yerime koy demiyorum kimseyi,
Hem zaten istesen de koyamazsın, biliyorum...
"Yaparım!" diyorsan eğer dene, ne kaybedersin ki, dimi?
Ama başaramadığında,
Daha bir özleyeceksin beni...
Burnunda tüteceğim belki,
Belki de kalabalık bir cadde de yürürken,
Ben sanıp çevireceksin birini...
Olmadığımı gördüğünde, bir hayal kırıklığına daha uğrayacaksın...
Sonra şuursuzca bana ulaşmaya çalışacaksın.
Sürekli gittiğim kafe, yada ne bileyim...
Beraber takıldığımız her yere uğrayacaksın, tek tek...
Hiç bir yerde bulamayınca yalnız kalmak isteyeceksin.
İşte o zaman düşüneceksin ve...
Birlikte kurduğumuz tüm hayaller, keşkelerine dönüşecek...
Şimdi git hadi...
Durma, uzaklara git artık...

Devamını Oku

15 Kasım 2012 Perşembe

Uyanamıyorum...

Benim tam bir baş belası arkadaşım var. İyidir falan ama bildiğin çatlak, sıyrık. Yalan yok kahrımı çok çekiyor, çok da severim ama laf aramızda bazen acayip çekilmez biri olabiliyor. Yine öyle bir sabahta, kapımda sanki bi düzüne alacaklı varmış ve hemen uyanıp kapıya bakmazsam, kapıyı kırıp beni öldüreceklermiş gibi bir çalış gücü vardı. Önce bilinç altımın bana oynadığı bir oyun sandım ama sesler dinmek yerine, git gide artınca anladım ki, gerçekler. Yataktan bir uyur gezer edasıyla kalktım, tek gözüm kapalı gidiyorum ki, şu kapıda ki her kimse bir an önce postalayayım da, güzellik uykuma kaldığım yerden devam edeyim diye düşünüyorum. Kapıya yaklaştığım halde sesler azalmayınca istek dışı bir ses yükselttim, refleks de diyebiliriz buna bence; "Yeter be kırdın kapıyı, geldik işte patlama!" Tabi o zaman yerinde gelmişti bu tepki ama şimdi düşününce, biri bana bu şekilde kapıyı açsa... Neyse korkunç, burayı atlıyorum. Tahmin ettiğiniz üzere kapıda ki benim çatlak arkadaşımmış. İçeriye ışık hızıyla dalarak; "Ohaa! Sen hala uyuyor musun ya? Dışarıda güzel bi' hava var, hadi giyin de bi' şeyler yapalım." bu hatırladığım tek cümlesi oldu, sanırım gerisinde ya bayılmışım yada bildiğin ayakta uyumuşum. Kollarımdan tutup sarsınca fal taşına dönen gözlerimi açtım ve "Bilmem farkında mısın ama uyuyorum ya, geç sen dolap dolu, yeni filmler de almıştım keyfine bak. Ben az daha kestiricem." Tabi bu ısrarlarım hiç bir işe yaramadı, bir saat içinde çoktan hazırlanıp, dışarıya adımımızı atmıştık bile. Hava o kadar sıcaktı ki, bir yere oturup soğuk bi'şeyler içmezsek, sıcaktan çatlayarak ölen ilk insanlar olabilirdik. Bu işte bir gariplik vardı, normalde bu kızı susturmak neredeyse imkansızdır ama ağzını bıçak açmıyor ve hızlı adımlarla sanki bir yere yetişiyor gibiydik. Başta sorma gereği duymasam da, içimden korktuğum başıma gelmesin diye dua ediyordum ki... "Kahretsin! Yine mi ya, tahmin etmeliydim." Bizim ki başladı kıkır kıkır gülmeye, geldik ya mecbur oturmak zorundayız masaya. Sağ olsun, benim yalnız kalmamdan, daha doğrusu evde kalmamdan korktuğu için düzenli olarak bu tarz çöp çatan işlerine girişir. Allah var ya, çocukta fena değil ama ben böyle tavsiye üzerine biriyle birlikte olamam yani. Sıkıcı ve zorlamayla geçen bir saat nihayet bitti ve özgürüm artık. Kızı bir güzel haşladıktan sonra, yalnız kalmak için yanlarından uzaklaştım. Biraz yürüdükten sonra dinlenmek için manzarasız ve gürültülü bir banka oturmak yerine, su seslerinin ağır bastığı bi' havuzun taşına oturup etrafı izledim.


Bir süre geçtikten sonra biri yaklaştı ve "Müsaade ederseniz, oturabilir miyim?" dedi. Nedenini anlamadım ama konuşacak kadar sesim çıkmadı, o yüzden başımla onaylamak zorunda kaldım. Başta biraz uzağa oturmuştu ama bir kaç dakika sonra muhabbet açtı ve yavaş yavaş aradaki mesafeyi kapattı. İtiraf etmeliyim ki bi' erkeğe göre çok fazla konuşuyor ama ses tonunu sevdim, oldukça etkileyici. Yani demek istediğim ne dediğini pekte umursamadım o an, elimi bildiğin çeneme koydum ve bir kaç dakika önce tanıştığım çocuğu büyük bir hayranlıkla izledim. Arada; "Beni dinliyor musun?" sorusuna, "Hı, evet evet dinliyorum, sen devam et." diyerek cevap verdim. Bir süre sonra girdiğim transtan çıkıp saati fark edince, "Saat epey geç olmuş, benim gitmem lazım." diyerek toparlanmaya başlayınca, "Şeyy, tekrar görüşebilecek miyiz?" diye sordu. Fazla zamanım olmadığından nazlanmadım "Kalemin var mı?" dedim. Hemen çıkardı tabi, avucunun içine numaramı yazdım. "İstediğin zaman arayabilirsin ama dikkat et de mürekkep dağılmasın." dedim gülümseyerek. Vedalaşıp eve gelene kadar geçen zamanda saçma bi gülümsemeyle dolaştım etrafta. Akşam aramayınca yavaş yavaş ümidimi kesecekken, uyumaya yakın mesaj geldi: "Merhaba, sanırım kim olduğumu tahmin ediyorsun. Değişik bir büyün var, en kısa sürede bir buluşma ayarlamak istiyorum." Mesajını okuyunca bi' kanatlandım, sevgi pıtırcığı olup çıktım resmen. İlerleyen dakikalarda içimde kelebekler uçuran bir yeni mesaj daha geldi: "Yarın için kimseye söz verme, ikimiz için çok iyi bir planım var. Seni sabah 09:00 gibi alırım, uygun mu?" Planım yoktu ama hevesli gözükmemek için bir süre sustum ve sonra "Tabi olur, yarın görüşmek üzere" dedim. Gece, yarının hayalini kurarak daldım uykuya. Öyle bi' psikolojiyle uyumuşum ki, sıçrayarak uyandım geç kaldım diye. Yataktan fırladım, neyse ki sonra saate bakmak aklıma geldi, saat daha 07:35 di. Bu saatten sonra uyku tutmaz bari, hazırlanayım. Bir buçuk saat nasıl geçecek derken telaştan zaman akıp geçmiş, saat 08:53. Son ana kadar gayet rahatken, çat kapı heyecan geldi iyi mi? 08:58. "İptal mi oldu acaba, gelmeyecek mi?" derken telefonum çaldı. "Ben geldim, aşağıdayım hazırsan gel hemen, zaman kaybetmeyelim." Playlistini özel olarak ayarlamıştı sanki, müzik zevklerimiz de hemen hemen aynı. Ben camdan dışarıyı izlerken bir yandan da sessiz sessiz şarkıyı mırıldanıyordum ki, cesarestlenmem için yüksek sesle şarkıyı söylemeye başladı. Önce şaşırdım ama ortama uyum sağlamam uzun sürmedi. Sonunda gelmiştik, kurt gibi açım. Güzel bir kahvaltı ettikten sonra sahil kenarına inip biraz yürüdük. Sıradan bi' yürüyüşten sıkılınca ayakkabılarımızı çıkardık ve paçalarımızı çimleyip denize biraz daha yaklaştık. Dalgalar ayaklarıma vurdukça irkildim ama hoşuma gitmişti. Koşuşturma sonrası ben yorulunca, denizden biraz uzaklaşıp oturduk kumların üzerine.


Duyduğum ses, huzur vericiydi. Fon müziği olarak martıların sesi ve tabi birde bizim kalp atışlarımız... Denizin mavisi O'nunla hayaller kurmama yardımcı oluyor. Gözlerine bakmakta yeterdi aslında ama utanırım, bakamam ki sürekli. Hayaller bir-iki-beş-on...

Çok fotoğrafımız olsun istiyorum; böyle çocuklarımıza, torunlarımıza gösterebileceğimiz bir ton anı, yaşanmışlık. Fotoğraflara her baktığımda, yüzümde bi' tebessüm oluşsun, daha çok aşık olayım sana.


Mesela güneşin batışını değilde doğuşunu izlemeyi daha çok severim ben. Sadece ikimizin olacağı bir tepeye çıkar bütün geceyi birlikte geçiririz. Uzun uzun muhabbet ederiz önce, sonra gece gibi sessizleşir, yıldızları izleriz birlikte. Sen her öpücüğünle özel kılarken beni, benimse yüzüm kızarır ve daha çok sokulurum yanına.


Öyle çok severim ki seni; hasta olma diye terliyken soğuk bi'şey içirmem, soğuk havalarda ince giymene izin vermem. Tüm uyarılarıma rağmen hasta olursan eğer, önce bi' güzel kızarım, sonra hiç kimsenin bakamayacağı kadar büyük bir ilgiyle bakarım sana. Gece bir ihtiyacın olur da uyanamam diye başında beklerim, beni bırakıp gitmenden korktuğum için her on dakikada bir nefes alışlarını dinlerim.


Mesela; iki elimle yüzünü avuçlayıp; "Seni şimdi öyle bi' severim ki..." derken, sözümü bitirmeme izin vermeden, "Sevsene, hadi." deyip ellerini bağdaştırırsın. Ahh işte o an daha bir tatlı, daha bi' yenilesi olursun gözümde.


Ben öyle seni izlemeye dalmışken, indir ellerimi ve avuçlarının arasına al yüzümü. "O öyle değil, böyle yapılır." diyerek öp beni. Gözlerimden kıskanayım seni her bakışımda, benim olduğun için şükür edeyim Allah'a.


Yağmurdan pek hoşlanmam ama izlemeyi severim, hele ki seninle olursa. Birde sıcak çikolata yaparım içimizin ısınması için. Battaniyenin altına girer önce yağmuru izleriz birlikte, sıkılınca bir birimizi izlemeye devam ederiz. Vücut ısını hissetmek, kalp atışlarının nedeni olmak mutlulukların en iyisi olurdu.



Birde hiç küs uyumayalım olur mu? Kavga etmeyelim demiyorum, edelim ama bir birimizin kalbinde hiç kalıcı bir iz bırakmayalım. Kavgamızın şiddetinin iki hatta üç katı olsun birleşmemiz. Öyle sıkı sarıl ki bana; bütün kaburgalarım geçsin bir birine, öyle uzun süre mahsur kalayım ki kokunla, burnumun direği sızlasın onu duyamadığımda. Saçlarımı öp, fısılda kulağıma beni ne kadar çok sevdiğini, gözlerim dolsun ama ağlamayayım. Yalnızca çok sevelim bir birimizi, bi' kekin tarifini ister gibi istesinler bizden aşkın tarifini...



Kapımda sanki bi düzüne alacaklı varmış ve hemen uyanıp kapıya bakmazsam, kapıyı kırıp beni öldüreceklermiş gibi bir çalış gücü vardı. Önce bilinç altımın bana oynadığı bir oyun sandım ama sesler dinmek yerine, git gide artınca anladım ki, gerçekler. Yataktan bir uyur gezer adasıyla kalktım, tek gözüm kapalı gidiyorum ki, şu kapıda ki her kimse bir an önce postalayayım da, güzellik uykuma kaldığım yerden devam edeyim diye düşünüyorum. Kapıya yaklaştığım halde sesler azalmayınca istek dışı bir ses yükselttim, refleks de diyebiliriz buna bence; "Yeter be kırdın kapıyı, geldik işte patlama!" Tabi o zaman yerinde gelmişti bu tepki ama şimdi düşününce, biri bana bu şekilde kapıyı açsa... Neyse korkunç, burayı atlıyorum. Tahmin ettiğiniz üzere kapıda ki benim çatlak arkadaşımmış. İçeriye ışık hızıyla dalarak; "Ohaa! Sen hala uyuyor musun ya? Dışarıda güzel bi' hava var, hadi giyin de bi' şeyler yapalım."

Beynimden aşağı kaynar sular dökülüyordu sanki. Garip bir şekilde bu anı yaşamış gibi hissediyordum. Hatta yaşadım. Dün. Yaşamadım mı? Nasıl olabilirdi. Dokundu bana. Öptü. Hissettim. Mesajlar! Odama koşup telefonumun gelen kutusuna baktım. Başlarda yoktu. Aşağılardadır belki. Belki de silmişimdir. Rehberimde vardır kesin. Şuursuzca rehberdeki isimlere göz gezdiriyordum. Ama kime bakıyordum? İsmi neydi... Niye hatırlayamıyorum? Bu bir rüya olmalı, birazdan uyanacağım. Uyanamıyorum.

Yalpalayarak arkadaşımın yanına gittim.
-Neyin var? Ne oldu, yüzün bembeyaz olmuş?
-Dışarı çıkınca ne yapacağız?
-Bilmiyorum, sen nasıl istersen öyle olsun. Ama hiç iyi gözükmüyorsun. Neyin var?
-Şimdi ben çıkmayalım desem ısrar etmeyeceksin yani?
-Korkutuyorsun beni. Lütfen oturalım. Dur ben sana bir bardak su getireyim.

Kameralar neredeydi acaba. Şaka olması gerek bütün bunların. Şimdi desem ki: "Mavi gözlü, siyah saçlı, uzun boylu, yakışıklı, gözlük kullanan, sesi güzel bir erkek arkadaşın var mı?" düşündüm de diyemem. Hayır cevabını alacağım o kadar belli ki... Bir insan neden bu kadar gerçekçi rüyalar görür ki...

Kendime geldiğimde içimden geçen ilk anlamlı cümle şöyle oldu;

"Rüyalarda buluşmak üzere isimsiz sevgilim."
Devamını Oku

12 Kasım 2012 Pazartesi

Özlüyorum şimdi...

Özlüyorum şimdi...
Belki seni, belki sendeki beni, belki de bizi...
Bilemiyorum...
Sen yokken neler yaptığımı anlatsam, yada ne bileyim yazsam sayfalarca,
Sonra diyorum ki gerek yok, hem anlar mı o aptal?
Anlayacağına inansam hiç üşenmeden, sıkılmadan uğraşırdım biliyor musun?
Korkumdan radyo dinleyemiyorum, anlamazmış gibi bakma, oda senin yüzünden...
En savunmasız anımda çalıyor radyolar, şarkıyı, şarkımızı...
Çivi gibi çakılıyorum yerime,
Geliyor aklıma yaşadığımız, yaşadığım, yaşattıkların...
Aklımdaki süzgeç eliyor anıları sonra,

İyi olanları akıtıp kötüleri hatırlayacağıma,
Kötü olan her şeyi eleyip, iyileri veriyor elime...
Sonra olasılıklar başlıyor tabi,
Öyle olmasaydı böyle olmazdı, bunu yapmasam oda bunu yapmazdı gibi...
Bu süreç yıpratıcı, can yakıcı...
Biliyorum, bir insan bir yerlerde hala hatırlanıyorsa, kolay da unutamazmış...
Muhtemelen bende senin aklına geliyorum ara sıra,
Aklına gelip gelmediğimden çok, nasıl geldiğim düşündürüyor tabi beni.
Sonra her şeyi boş verip yakıyorum bi' sigara...
Her dumanda küfrediyorum gidişine.
Sigara bitince yine özlüyorum seni,
Özlememek için bir daha yakıyorum,
Ama oda bitiyor, sonra bir daha, bir daha...
Böyle böyle bir paketi bitiriyorum...
Paket bitiyor da, geceler bir türlü bitmek bilmiyor..
Sonrasında ise uzun gecelerime bir fincan acı kahve ve keşkelerim kalıyor...


Devamını Oku

2 Kasım 2012 Cuma

Belki bir gün...

Heyecan, sevgi, mutluluk, güven, kahkahalar ve tabi ki göz yaşları...
Sanırım hayatın kısa bir özetini çıkardım az önce.
Bu duyguları jeton gibi düşünelim şimdi, başımıza gelen iyi ve kötü olayları ise birer oyun...
Beklemediğimiz ama güzel bir sürpriz yaşadığımızda, 'heyecan' jetonumuzu harcarız.
Yabancı birini veya aileden birine bir şeyler hissedersek 'sevgi',
Önem verdiğin kişilerle yaşadığın anlarda 'mutluluk',
Genelde yorulduğunda ama bazen de kendinden fazla birine inanmak istediğinde 'güven',
Kendine yakın gördüğün samimi kişilerle yaptığın esprilerde veya şakalarda 'kahkahalar'
Ve tabi yine en çok değer verdiğin insanlar için döktüğün 'göz yaşları'...
Ama ya bu jetonlar sınırlıysa...
Hiç düşündünüz mü?
Yani bize söylemedikleri bir sayısı varsa her birinin ve biz onları boşa harcıyorsak...
Sanırım bunu ben yaşıyorum...
Meraklı bir yapım olduğu için bütün oyunları merak ettim,
Bir diğer kötü huyum ise inatçılık...
Yenemediğim oyunlarda tekrar ve tekrar başa sardım.
Ve hiç durmadan hepsini ardı ardına oynayarak, yoruldum...
Tam sıradaki oyuna geçecekken, kenarda hiç jetonumun kalmadığını fark ettim.

Yani hayatta bir çok duyguyu bir anda yaşamaya çalışarak,
Hem bedenimi, hem de ruhumu fazlasıyla yordum...
Şimdi beni hiç bir şey heyecanlandıramıyor,
Kimseyi gerçekten sevemiyorum,
Eskiden ufacık şeylerle bile mutlu olabilen ben, şimdi hiç bir şekilde mutluluğu tadamıyorum,
Tabi bir de bu var, ben kimseye gerçekten güvenemiyorum,
Hiç kimseye içten bir kahkaha atamıyorum mesela,
En kötüsü de, artık ben ağlayamıyorum...
En kötüsünü yaşıyorum, bedenim adeta ağlamam için yalvarıyor,
Ama ben kendimi kasarak bunu erteliyorum ve garip bir şekilde de başarıyorum...
Sanki bu ben değilmişim gibi geliyor bazen,
Ayna da sıkışıp kalan gerçek ben belki de, kim bilir...
İyi ama kimse bana bu jetonların sayılı olduğunu,
Daha kötüsü, bir gün biteceğini söylememişti ki...
Hayatıma giren kişilerle oynadığım bu oyunu kaybetmiştim ben,
Acımadan alıp gitmişlerdi bütün jetonlarımı...
Her birini tekrar bulup hesap sorsam neye yarayacaktı peki?
Hiç... Böyle yaşamayı öğrenecektim ama nasıl?
Duygularını kaybetmiş birini düşünün,
Tıpkı ruhsuz bir beden gibi,
Yalnızca oynanan oyunları dışarıdan izleyerek, bir gün bitmesini dileyen biri...
Mucizelere bile pek inanmam ama belki bir gün...
Haberim olmadan bir oyunu kazanmışımdır ve ödülüm verilir...
Belki bir gün, biri gelir ve benimle jetonlarını paylaşır,
Kim bilir işte, belki bir gün...

Devamını Oku